Pokemon’un Bir Günü
“O an kendime rahat ölebileceğim
bir yer seçmeye karar verdim.”
Batum’da güzel bir sabah… Geçen yıl bu zamanlar…
Batum değişik ve çok güzel bir şehir… Bakıyorsun Türk firmaları dükkanlar açmış adım başı karşına çıkıyor; pat kaldırımda direk gibi dikilmiş çamaşır kurutmalığı işlevi de gören haçlar, Türkçe dönerci ilanları…
Fakir insanların ışıklı şehri… Işıklı çünkü her köşede kumarhaneler, Casino’lar… Başta İran’dan ve Kahramanmaraş’tan olmak üzere diğer doğu illerimizden ve dört bir yandan gelen kumar tutkunları… Duvarlarında resimler, tarih ve sanat kokan Sovyet izleri…
15 Temmuz 2016, Cuma…
Batum Konsolosluğumuzun teras katında çayımı yudumlarken Karadeniz’e sahili olan bu muhteşem şehre bir daha ne zaman gelirim diye düşünüyordum…
Terk etme vakti geldi bu güzel ülkeyi… Hoşça kal Gürcistan…
“Benim Ankara’ya gitmeme gerek kalmadı. Meclis kapanmış. Ben buradan Rize’ye geçerim. 1 saat nasıl olsa. Beni sınırdan arabayla alırlar. Seni de aslanlar gibi göndeririz Ankara’ya…” deyince birlikte gittiğimiz milletvekili, anladım ki tek döneceğim Türkiye’ye…
Katıldığımız toplantıda bir Türk, Gürcistan ile alakalı şöyle bir cümle kurdu son gün: Burada 10 yıl içinde kesin bir darbe olur!”
-“Bence de…” diye onayladım ben de…
Bu cümleyi sarf ettiğimizde bir darbe girişiminin aynı gün kendi ülkemizde olacağını nereden bilebilirdik ki!
Batum havalimanında uçağımı beklerken nüfus cüzdanıyla ülkeye giriş çıkış yapan Türk vatandaşlarını gördüğümde bir yandan gururlanıyor, bir yandan da “neden bu kadar çok gelip her yeri Türkleştiriyoruz” diye de anlamlı/anlamsız bir eleştiri yürütüyordum.
Hah… Sonunda uçağa geçiyoruz. Bu kadar Batum yeter… İnsan 3 günde memleketini özlüyor…
20:15’te uçağım kalkıyor; yaklaşık 1 saat sonra İstanbul’dayım… Sonra 23:00 uçağı ile ver elini Ankara…
Nihayet Atatürk Havalimanı’ndayım… Yaklaşık 1 saat sonra anons Ankara uçağını anons ederler diye düşünüyorum… Bekleme Salonu sakin… Sosyal medyada biraz takılayım derken eski bir Milletvekili tanıdığım geliyor ailesiyle…
-“Yeni Büyükelçilik göreviniz hayırlı olsun”
-Sağol… “Duydun mu, İstanbul’daki köprüler kapatılmış”
-“Duymadım. Herhalde terör tehdidinden ötürüdür.”
-“Yok. Asker kapatmış diyorlar!”
-“Özel Harekattır. Kıyafetleri benziyor ya…”
-“İnşallah kötü bir şey olmaz…”
-“İnşallah…”
-“Benim uçak indi bize müsaade…”
-“İyi yolculuklar…” diyerek ayrıldık çiçeği burnunda Büyükelçimizle…
22:45… Uçağımız anons edildi nihayet… Uçağa binmek üzere bindiğim araçta bir de bekleyen o genç adam vardı. Uçağın merdivenlerinde hostes bizi karşılarken genç adam, kendisine gelen telefonla birden hararetli ve yüksek sesle bir konuşma gerçekleştirdi.
-“Ne! Sen ne diyorsun! Tamam! Tamam kapat geliyorum hemen!
Hostes ve ben adamın yüzüne bakıp tanısak neredeyse ne olmuş diyecek duruma geldik ki adam:
-“Ben binmiyorum!” dedi. Hostes şaşkınlıkla nedenini sormasına rağmen, genç adam binmeyeceğini söyledi. Daha sonra Başbakanın Danışmanlarından birisi olduğunu öğrendiğim o genç adam, tekrar otobüsle geri döndü. O an Büyükelçi’nin de konuşmalarını hatırlayarak kafamdan “uçakta kesin bomba falan var” diye geçirdim. Bir şey vardı ama neydi… Bismillah diyerek uçağın merdivenlerine çıktım ve koltuğuma oturdum. Bir an önce eve gitmeyi ve dinlenmeyi hayal ediyordum.
Beni uzun ve uykusuz bir gecenin beklediğini nereden bilebilirdim!
Uçağın kalkması yaklaşık yarım saat uzadı… Ve derken kaptandan bir anons:
-“Uçağımız yakıt ikmali sebebiyle 15 dakika sonra kalkacaktır.”
Ohh. Hele şükür. Yakıt ikmali çıktı bir de… Neyse kalkacak nasıl olsa… 15 dakika, oldu yarım saat…
Kafamdaki ihtimaller gitgide çeşitleniyordu! Diğer yolcular benden evvel uçağa bindikleri için herkes keyfindeydi. Öyle ya! Kimse bir Büyükelçi ile konuşmamış ve Başbakanın Danışmanının telaşlı hallerine şahit olmamıştı benden başka…
İnsanlar bu anlamsız bekleyişten ötürü kendilerini bekleyen ailelerine, gecikecekleri bilgisini vermek için telefonlarını açtıklarında sosyal medya sayesinde ülkede bir gariplik olduğunu da fark etmeye başladılar.
Uçakta bir yolcu, yersiz ve gereksizce “Elmadağ’dan jetler geçiyormuş” diye sesli bir şekilde söylendi ortaya… Bir başkası “askerler köprüleri kapatmış” diye ekledi. Ve bir başkası da sırıtarak ”darbe mi oluyor yoksa” diye kendince espri yaptı.
Yanımda oturan top sakallı adam -ki bir üniversitede profesörmüş- “Hah asker darbe yaptı. Kemalistler darbe yaptı!” şeklinde bilgilendirdi yanındaki kadını sırıtarak…
“Bu zamandan sonra darbe olmaz. Türkiye’de darbeler dönemi kapandı!” diye söyledim ben de o pişkin profesöre… Adam sonra “Tamam kardeşim darbe yapın da biz eve gidelim, öyle yapın!” diye de darbe hevesini iyice belli etti pişkince ve sırıtarak…
Derken bir anons daha… “hah. Nihayet kalkacağız bu defa” derken kaptan:
-“Uçuşumuz iptal olmuştur. Birazdan uçağı terk edeceğiz” şeklindeki o açıklamayı yaptı. Uçakta valiz indirme hengâmesi bu sefer inanılmaz bir konuşma gürültüsü içinde gerçekleşti.
Saat 23’te kalkması gereken uçağı yaklaşık 45-50 dakika sonra terk etmek zorunda kaldık.
Tüm soğukkanlılığımla hayatımda ilk kez yaşadığım bu anın sebebini, sonunu merak ediyordum.
Herkeste endişeli bir telaş… Bir an evvel uçağın boşaltılması gerekiyor. İyi ama bunca insan ne yapacak?
Hostes: “Siz ne biliyorsanız biz de o kadarını biliyoruz. Tek bildiğimiz uçuşun iptal edildiği ve uçağı şuan terk etmeniz gerektiği.”
Hostese uygun bir an yaklaşıp, ona yönelttiğim “ben VIP yolcuyum. Lütfen söyleyin. Darbe mi oldu?” şeklindeki soruma tek kelime ile cevap verdi: “Sanırım…”
O an soğukkanlılığım yerini, daha da tedirginleşmiş bir telaşa, bedenim ise sebebini bilmediğim süratli bir kalp atışına bıraktı.
Uçağın merdivenlerini inerken bizi bambaşka bir atmosfer bekliyordu.
Atatürk Havalimanının ışıkları asker tarafından söndürülmüş, apronda sağa sola saçılmış sahipsiz valizler, karartılarından seçebildiğimiz askeri araçlar ve bizden önce inip bekleşen binlerce yolcu… Apron katında, hemen her kapıda ellerinde silahlı askerler… Yüzüme vuran sıcak esinti, kalp atışlarımla birleşti… O an içimi rahatlatan tek şey yer hizmetleri görevlisinin bize eşlik ediyor olmasıydı. Sanki bizim üzerimizdeki sorumluluğu devam ediyordu.
Uçağa gelirken VIP Salonundan araçla 2 kişi gelmiştim. Danışman erkenden aldığı ihbarla havalimanını terk edeli 1 saat oldu herhalde. Ben ise uçağa bindim, uçakta bekledim ve şimdi diğer yolcularla beraber uçağı terk ediyordum.
Yaklaşık 300 kişilik körüklü bir otobüse yolcular sıkıştık. Üstelik valizlerimiz de beraberimizdeydi. Otobüsün ortalarına sıkışıp kalmış, karanlık içinde ellerinde çapraz taşıdıkları silahlı askerlerin arkasında bekleyen yüzlerce yolcuyu izliyordum. Derken yer hizmetleri görevlisi bir bayan otobüse geldi ve bağırdı:
-“VIP yolcusu var mı?”
-“Evet ben varım.”
-“Sizi başka araca alacağız”
Görevli halen işi doğru yapma derdindeydi. Tek başıma kalabalığı yararak otobüsten ite kaka indim. Elimdeki valizin, karanlıkta diğer yolcuların bacaklarına takılması, inmemi baya zorlaştırdı ama kendimi dışarı attım tekrar.
-“Sizi başka araca bindireceğiz.”
-“Tamam.”
Gelen bir başka araçla VIP salonuna gittim. Kapıdaki polisi görünce içim rahatladı. Polise sordum hemen.
-“Asker buraya da geldi mi?”
-“Henüz değil. Sadece biz varız. Ama gelirler…”
-“Ne olacak?”
-“İnanın biz de bilmiyoruz. Sadece bekliyoruz.”
-“Havalimanını terk edebiliyor muyum?”
-“Hayır. Her çıkışta asker var. Bir yere gidemezsiniz.”
-“….”
Salonda beklemekten başka çarem yoktu. Ankara’daki ailemi bilgilendirip merak etmemelerini, iyi olduğumu, sık sık arayacağımı söyledim ve beklemeye başladım.
Ve bedenimin ürperdiği ikinci anı yaşadım. Başbakan televizyonda bir kanala bağlanmış ve asker içinde bir grubun bir kalkışmasından bahsetmişti.
Ve ağzımdan şu kelimeler çıktı:
-“Allah kahretsin! Allah kahretsin!”
TRT’nin darbe yanlısı askerler tarafından basıldığı ve bildiri okutulduğu anda ise yere düşüp bayılmama ramak kalmıştı.
Salonda benim dışımda 4 kişilik çocuklu bir aile ve Afrikalı bir de kadın var…
Somali Mv. ve Savunma Bakan Yrd. nın eşi olduğunu öğrendiğim Amina hanım herşeyden bihaber ama bir tuhaflık olduğunun farkında… Uçakların hepsinin iptal olduğunu izliyor ekrandan…
Olaylar gittikçe tırmanırken salonun bir köşesindeki o aile ise çok daha gergin… Yere oturmuş ağlayan bir kadın… Kocası kızıyor. Anneleri çocukları teselli etmesi gerekirken çıldırmış vaziyette hıçkıra hıçkıra ağlıyor…
Ben ise Somali’li kadına televizyondan söylenenleri çeviriyorum. Kadın bana “Erdoğan büyük lider… Türkiye çok büyük ülke… Türkiye ile uğraşıyorlar ama siz güçlüsünüz. Size bir şey olmaz” diyor. Teselliye ihtiyaç duyduğumdan mıdır nedir, kadının bu sözleri içimi rahatlatıyor biraz.
Cumhurbaşkanının telefonla CNN Türk’e bağlanması, milleti havaalanlarına, meydanlara davet etmesi… O an halkın oraya geleceğini kafamdan geçiriyorum…
Ama önce bomba sesleri yada ses bombaları, alçak uçuşlar… VIP salonunda pencereler zangırdıyor her gümbürtüde… Çalışanlar salonu terk etmiş, az sayıda polis salonu korumaya almış. Elimde valizle VIP’teki 2 salondan birbirine geçerken bir an yüzümde bir tokat hissettim. Yaşlıca adamın birisi bana tokat attı ve yüzümü ellerinin arasına alıp:
“Oğlum kendine gel! Öleceksek ölürüz!” dedi. Sanırım o anda tüm soğukkanlılığım ile şok geçirmişim, ne yaptım bilmiyorum, adam da bunu fark etmiş.
“Tamam” diyorum…
O an kendime rahat ölebileceğim bir yer seçmeye karar verdim. VIP salonunun mescidi hem küçük, penceresiz bir oda… cam olmadığı için acı verecek bir ortam da yok. Acısız ölebilirim burada diyorum içimden… hem dua ederken, namaz kılarken de ölmüş olurum! Duvarlarında çini işlemeler var, huzur da verir bana… Sonra bu düşüncemden o an için uzaklaşıp televizyon karşısına geçtim ve gelişmeleri takip ettim.
“Meclis bombalandı”. “Eyvah İşyerim…” Meclis, halkın temsil yeri… Bir anlamda millet bombalandı! Sonra nedense birden meclise park ettiğim arabam aklıma geldi. Böyle anlarda insanın kafasından saçma sapan şeyler de geçiyor.
“Gümmmm!”
Bir ara bir bomba sesinden sonra polise, “havalimanına bomba mı atıldı?” diye sordum, hem bana hem de diğer bekleyenlere “Telaşlanmayın. Alçak uçuş yapıyor karşı taraf” dedi. “Karşı taraf diye bir şey var!” diye düşündüm içimden.
Ama ardından televizyonda “Atatürk havalimanına bomba atıldı” diye yazınca durumun öyle olmadığını anladım.
Havalimanının kapılarını tutan askerler girişlere izin vermemişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokaklara dökülen halkın geldiği adreslerden birisi de Atatürk Havalimanı oldu. Vatandaşlar kısa sürede havalimanı çevresini doldurdu. Saatler geçti ve halk havalimanını bastı.
VIP’e yaklaşan bir gürültü… Sonra yaklaşan sinirli halk bağırarak VIP’e zorla girmeye çalıştı, polis önce izin vermedi. Halk “asker” arıyordu! Polis de “arkadaşım buraya daha gelmediler. Burası VIP, sizi içeri sokamayız” dedi. Ama ısrarlar üzerine önce 4-5 kişi VIP’e girdi ve her yeri kontrol edip bağırdı: “Temiiiizzzz”
Halkı sevinçle karşılamıştım. Neredeyse ağlayacaktım.
Daha sonra gelen kalabalığın tamamı VIP’e doluştu. Görmediğim çeşitlilikte insanlar. Eşofmanla, terlikle gelen bile vardı… VIP sıradan halk için ilginç ve bir daha göremeyecekleri bir yerdi. VIP’teki koltuklara yayıldılar, mutfağa girip yiyecek içecekleri yediler. Bir yandan da Somalili kadına bakıyorlardı. Bana, onun kim olduğunu sordular, Somalili Milletvekili olduğunu söyledim, şaşkın bakışlarla koltukta yayılmaya devam ettiler saatlerce.
Amina hanım, bir ara bana:
-“Bana söz ver. Bu durum devam ederse, sabah nereye gidersen git, beni de götüreceksin” dedi. “Tamam” dedim. Kuzenim Barbaros’un Ulus’taki evi müsaitti.
Bu arada kalabalık halk grubunun büyük kısmı VIP’ten ayrıldı. Bir kısmı ise o konforu bırakmak istemedi, davasını unutup ikramlara yumuldu, televizyon izledi, hatta o gürültüde uyuyan bile oldu. Birisi de Somalili vekilin Powerbank’ını ödünç istedi ve alıp gitti.
Sabahın erken saatlerinde saat 5-6 gibi darbeciler tankları çekmek zorunda kaldılar.
Sabaha kadar endişeli ve yorgun bekleyişimiz sürdü… Gözlerim uykusuz, bedenim yorgun… Üzerimde takım elbise ile perişan bir haldeydim…
Saat 10 gibi polis, tehlikenin atlatıldığını, askerlerin havalimanını terk ettiğini, metroların ücretsiz olarak hizmet vereceğini ve ayrılabileceğimizi belirtti. Ankara’ya ne zaman dönebileceğim ise henüz net değildi. Amina hanım, uçuşlar belki açılır umuduyla havalimanında beklemeye, ben de ayrılmaya karar verdik ve bu acı gecenin sonunda vedalaştık.
Havalimanından ayrılırken otlar arasında kuyruğu kopuk, inanılmaz zayıf ve korkmuş bir yavru kedi gördüm ve tüm uykusuzluğumla ona biraz zaman ayırdım. Sonra bu darbe mağduru yavruyu da alıp Ulus’a kuzenimin evine gittim. Benle aynı kaderi paylaşan yavruya, karşıma ansızın çıktığı için Pokemon ismini taktık…
Bu arada uçuşlar o gün açılmadı ve ben “aslanlar gibi” Ankara’ya dönemedim tabi ancak 2 gün sonra Ankara’ya dönebildim.
Gürcistan için “burada 10 yıl içinde kesin bir darbe olur!” derken aynı gün kendi ülkemizde darbe teşebbüsü oldu.
Pokemon ise halen Ulus’ta lüks bir sitenin bahçesinde yaşıyor.
—-
(Not: Yazımda, VIP’de karşılaştığım ve oradan bir şekilde ayrılan bazı siyasilerden özellikle bahsedilmemektedir çünkü yazı, benim yaşadıklarıma dairdir. Diğer mevcut bilinen hadiselere zaten basında ve internette yer aldığı için özellikle yer verilmemiştir.)