Kamera ve Saplantı…
“Sinema en muhteşem sanattır”
V. I. Lenin
(Bu yazı ilk olarak 17 Aralık 2011 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
“CAMERA BUFF” HAKKINDA…
Polonyalı Yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin 1979’da yazıp yönettiği “Camera Buff” (Amator/Amatör) adlı filmi, bir amatör olarak kısa film çekme hobisini keşfeden Filip adında mütevazı bir fabrika işçisinin, bu hobisinin bir saplantı haline dönüşmesini, mütevazı ve eski mutlu yaşamının avucundan kayıp gittiğinin hikâyesini anlatıyor.
Dönemin önemli yapımları arasında da yer alan filmiyle, Kieslowski büyük bir başarıya imza atmıştır. Camera Buff, Kieslowski’nin politikaya en belirgin eğildiği filmlerden biri olmasına rağmen “aslında saplantı ve tutkularımızın, en yüce değerlerimizin önüne nasıl geçtiğine, bu değerlerin elimizden nasıl yitip gittiğine” de ustaca değiniyor. Kieslowski bunu yaparken üstelik en kutsal tutkusu olan Sinema’yı, tema olarak alıyor. Tutku ve saplantıların, nasıl değerlerimizin ve sonra da kişiliğimizin katledicisi haline geldiğini yüzümüze çarpıyor!
ZAPT EDİLEMEYEN TUTKU YADA ÇÖKÜNTÜNÜN BAŞLANGICI
Film, Filip’in “yeni doğacak bebeğini filme çekmek için” kendisine aldığı küçük bir kameraya olan “aşırı” tutkusuyla başlar. Filip, daha ilk gün, yırtıcı bir şahinin bir tavuğa saldırmasını kameraya çeker! Fabrikada satın alma bölümünde işçi olarak çalışan genç Filip, henüz baba olmuştur ve yeni doğan kızının ilk gününü, yeni aldığı 8mm video kamera ile filme çekmek istemektedir. Baba olacağı için çok heyecanlıdır. Karısına, yetim bir genç olarak hayatta ne istediyse gerçekleştiğini ve çok mutlu olduğunu söyler. Filip, hayattan beklentilerini şöyle şu ifade etmektedir:
– “Hayatta ne istediysem oldu. Sen, ev ve çocuk… Korkuyorum! Acaba kötü bir şey istesem o da mı olacak?”
Bu arada patronu ve aynı zamanda Komünist Partisi’nin yerel yöneticisi, Filip’in, yaklaşan bir yıl dönümü kutlaması için düzenlenecek toplantının filmini çekmesini ister. Filip, film çekmeye duyduğu hayranlığı bu vesileyle hayatına dönüştürme fırsatı yakalar. Konferansı filme çeker. Konferansa ilişkin çektiği kısa filminde, pencere kenarında yemlenen güvercinler, toplantı arasında sigara içen ve tuvalet giden konuklar vb gibi hayata dair küçük detaylara da yer verir ve bundan ötürü patronundan azar işitir. Bu, tutkusunun, gerçeklerin önüne geçtiği ilk andır aynı zamanda… Kamerası, Filip’te gizli bir sinema/kamera tutkusunu ortaya çıkartmıştır. Bu tutku ve akabinde ailesini ihmal etmesi başta işyerinde ve evde problemlere sebep olacaktır.
Patronu Filip’in fevri hareketlerinden ve işe ilgisizliğinde huzursuzdur. Filip’in aşırı saplantısından da tıpkı Filip’in eşi gibi kaygılanmıştır:
Patron: “Senin için kaygılanıyorum!”
Filip: “Neden?”
Patron: “Çöküntünün başlangıcında gibisin.”
Filip: “Ama yaptıklarımı biliyorsunuz!”
Karısı, son zamanlardaki saplantısından ötürü eve sürekli geç gelen ve durumu izah etmeye çalışan Filip’in, kendisine söz vermesini ister: “BU SAPLANTIDAN VAZGEÇECESİN!”
Ancak Filip, bir kısa film yarışması için teklif almıştır ve bu sebeple yakında başka bir şehre gidecektir. Karısının desteğini ister v anlayış bekler.
Festival için başka bir şehre giden Filip’e karısının tren garında ardından bağırdığı sözler çok manidardır: “KAZANMAAA!”
Zaten Filip de karısını hiç duymamıştır. Bu arada gittiği festivalde Polonyalı ünlü Yönetmen Krzysztof Zanussi ile tanışan Filip, onu can kulağıyla dinlemektedir. Filmde bizatihi kendisi de oynayan Yönetmen Zanussi’nin festivalde sarf ettiği sözler, Filip’in içindeki şeytanı dürtmesi bakımından oldukça anlamlıdır:
“Bu filmi yapmamın sebebi, hayattaki ihtimallerin dürüst kişilere karşıt olmasıdır. Dürüstler, nadiren başarılı olurlar. Bunların çoğu, yolun sonunu getirememektedir!”
“…….”
“Önemli olan doğruyu göstermek mi? Doğruyu kanıtlamak mı? İşte burada ikilemlerimiz başlıyor.”
Filip, dürüst olmamayı seçmiştir!
Filip’in kısa filmi, festivalde üçüncü seçilir. Filip’in eşine ve küçük kızına karşı sorumlulukları ve dikkati, onu festivale yönlendiren “Anna” isminde genç ve çekici bir kadına kayacaktır. Artık hayatında iki kadın vardır. Evine her döndüğünde, kendisini karısıyla kavga ederken bulacaktır. Huzuru kalmamıştır. Bir gün en acı kelimeler Filip’in dudaklarından dökülür:
Filip: “Bazı şeyler ev ve aileden de daha önemli olabilir!”
Karısı: “Farkında mısın, elimizdekileri yitiriyoruz!”
(……………)
Bu esnada Krakow Televizyonu da, Filip’in bir fabrika işçisinin iş hayatı hakkında çektiği kısa filmi, yayınlamaya karar verir.
Filip için artık sadece büyük bir tutku ile bağlı olduğu kamerası vardır. Her şeyi çekmek istemektedir. Bu tutku karısını ve işyerindeki yöneticileri de bezdirmiştir. Frenleyemediği tutkusunu, fabrikada işlerinin, evinde ise karısının ve yeni doğmuş kızının önüne geçirmiştir artık.
Filip, sinemaya olan tutkusunu eline aldığı bir negatif filme bakarken şöyle ifade eder:
“Yaptığım işe hayranım. Birisi ölüyor, fakat burada (negatifte) yaşamaya devam ediyor”
Hatta bir gün fabrikada bu tutkusunun zararlı boyuta geldiğini fark eden bir iş arkadaşıyla aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
Arkadaşı: “Üvey kardeşim otuz yaşında tanrısına kavuştu”
Filip: “Ne olmuş? Ben de otuzumdayım!”
Arkadaşı: “Sonu fena oldu.”
Filip: “Ne oldu ki?”
Arkadaşı: “Rahip oldu!”
Filip: “Herkes bir şeye düşkün işte. Senin de pulların var!”
Arkadaşı: “Tek sahip olduğum şey! Başka hiçbir şeyim yok!”
Anlaşılacağı üzere, Filip, kamera tutkusunu ailesinin önüne koymuştur. Oysa bir ailesi olmayan arkadaşının tek tutkusu pul koleksiyonudur.
Filip, bir gün, eve bu defa daha gelişmiş olan 16 mm’lik yeni kamerasıyla döner ama döndüğünde evde, uzun zamandır yalnız kalmak zorunda kalan eşi, küçük kızını da alıp Filip’i terk etmiştir. Üstelik ikinci bebeklerine hamile iken…
Filip’in vehâmetinin boyutu, karısının evi terk etme sahnesinde kendisini gösterecektir. Karısı evi terk ederken Filip, karısının ardından parmaklarını kamera gibi kullanarak kadraj yapmaktadır!
Filip, çocuğunu sadece kameradaki çekimlerinden izleyecektir artık!
Film, Filip’in kamerayı sonunda kendisine çevirmesiyle ve acı gerçekle yüzleşmesiyle son bulur. Kamerası, Filip’in kamera saplantısı sonucunda hayatının ne noktaya geldiğini, çaresizliğini ve yalnızlaştığını çekmektedir.
TUTKU, MUTSUZLUĞUN KAYNAĞI OLARAK EN İLGİNÇ MALZEMESİNİ SEÇİYOR: “KAMERA”
“Camera Buff”, başta komünist Polonya’daki sansüre ve kişinin özgür gözlemlerini ifadesine olan baskıya vurgu yapsa da “tutkuların insanı nasıl yalnızlaştırdığına” dokunuyor en ağır haliyle…
Filip ise bu anlamda sınırsızca yeni olanaklar keşfeden bir adamın, kamera ve film çekmeyle (daha özgürce) olan yüzleşmesini de vurguluyor. Ve tabii Krzysztof Kieslowski, Camera Buff’ın çeşitli sahneleri ile bir anlamda filmin gücünü vurguluyor.
Bu sefer tutku, mutsuzluğun kaynağı olarak en ilginç malzemesini seçiyor: “KAMERA”
YALNIZLIĞIN SEBEBİ OLARAK “SAPLANTI”
Kimilerimiz, tutkularımızın ve saplantılarımızın, ilgilerimizin sınırını belirleyemiyor ve bunları hayatımızın yegâne değerlerinin önüne geçiriveriyoruz.
Bazen bir konudaki aşırı ilgimiz, saplantımız ve hatta başarımız, “olası” mutsuz hayatımızın bir sonucu gibi algılanabiliyor.
Kimisi için yalnızlığın bir sonucu olan “SAPLANTI”, bir bakmışsınız ki “YALNIZLIĞIN SEBEBİ” haline geliveriyor. Aynen Filip’te olduğu gibi…
Ama sonuç değişmiyor: KAMERA HEPSİNİ KAYDEDİYOR!