Bulantı
“Yaşamın esası ihanettir, kötülüktür.
İyilik, güzellik, sadakat bir çözüm arayışı olarak ortaya çıkmıştır”
Zeki Demirkubuz
(Bu yazı ilk olarak 9 Ekim 2015 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
“Eleştirdiğiniz bir şeyin sizde de olduğunu söylerseniz, bir itirafta bulunursanız, bir vicdan yaratabilirsiniz. O zaman inandırıcılık açısından dikkat çeken bir şey olur. Ben bunu filmlerimde de yaparım, hayatımda da… Kötü şeyi üstlenmeye bayılırım. Ancak o zaman daha güvenli, daha hakiki ilişkiler kurmak mümkün olur.”
Sıradanlık ve bağlanamama sarmalında bolca kibir, bolca bencillik…
Biraz “Bekleme Odası”[1], kısmen “Yeraltı”…
Ama “Bulantı” nın barındırdıkları bize ait duygular ve hikâyeler…
Zeki Demirkubuz’un, kendi yazıp yönettiği filmi Bulantı, nihayet gösterime girdi. Filmin kadrosunda Zeki Demirkubuz’un yanı sıra Öykü Karayel, Çağlar Çorumlu, Ercan Kesal, Şebnem Hassanisoughi, Cemre Ebuzziya ve filmi adadığı eşi Nurhayat Demirkubuz ile kızı Yazgı Demirkubuz da yer alıyor.
Kimileri hikâyenin, akşam eve gitmeden önce yalnız başına şarap yudumlayan kentli yalnız bir aydının bir “vajina gezegeni” ndeki serüveni olduğunu düşünebilir. Ama durum sandığınız gibi değil… Zaman zaman karanlık, zaman zaman yeraltına inmeler… Umut yok, ışık yok… Boşvermişlik, bezmişlik, zaman zaman korkaklık, üşengeçlik, savrukluk, tutarsızlık ve vazgeçmişlik, (belki) kadercilik ve tüm bunların birikerek isyana dönüşen değil, yalnızca geçici iç kemirmeleri gidermesi için rahatlatıcı bir hiddete dönüşen patlama halleri…
Başta hikâyenin içine girmek epeyce zor olsa da oldukça durağan ve zaman zaman birbirini tekrarlayan sahnelerin bulunduğu filmde en basit haliyle, kibirli ve donuk bir adamın vicdan muhasebesi ile yüzleşiyoruz. Bu vicdan muhasebesi kendini filmin finalinde etkileyici bir sahne ile taçlandırıyor.
Bir üniversitede akademisyen olan Ahmet’in (Zeki Demirkubuz), Aslı (Nurhayat Demirkubuz) ile olan sorunlu belki de zorunlu evliliği ve bu evliliğinden bir de küçük kızı (Yazgı’sı) vardır. Ahmet, sevgilisiyle (Öykü Karayel) birlikte olduğu bir gece, evi terk etmiş olan eşi ve küçük kızının trafik kazasında öldükleri haberini alır.
Daha bir gün öncesinde yüzüne çarpılan kapıyla birlikte karısını kaybetmesi ile Ahmet’in egosunun kabuğunun da çatladığına şahit oluyoruz.
Nihilist, bencil ve kibirli yapısıyla kişilik sorunu yaşayan ve kimseyi umursamayan, hiçbir şeyin önünde eğilmeyen biri olarak bu trajik olaydan pek etkilenmeden yaşamına devam eden Ahmet’in yaşamında bazı değişimler ve –doktor karakterindeki Ercan Kesal’ın tiradından da anlayacağımız üzere- gözleri açık halde sebepsiz uyku nöbetleri, ansızın bayılmalar vb gibi terslikler ile bir takım aksilikler kendini göstermeye başlar.
Doktor (Ercan Kesal): “Yaşadığınız şey anormal olmasına anormal ama kim bilir neyin, hangi ihtiyacın karşılığı! İnsan kendisi için yararlı, hatta üstünlük kazandıran bir anormalliği dahi istemez. İyi bir şey olsa da istemez; çünkü yalnız olmayı istemez.”(2)
Birlikte olduğu kadınlarla arası bozulmakta, sadece seks için olan bu kısa süreli ilişkilerde dahi aşağılanmaktadır Ahmet…
Oysa bunlardan kendisini sorumlu tutan ve karısının evi terk etmesine sebep olarak gören Aslı, bunun vicdan azabını yaşamakta, ancak duygu yoksunluğu içinde olan Ahmet’te yaşadığı bu huzursuzluğun zerresini görememektedir.
Çarpıcı bir sahnede, Aslı’nın yeşil gözlerinde vicdan azabıyla birikip damlayamayan yaşlar, arkasındaki bulanık televizyon görüntüsünde yeşillikler içinde şu sözlerle dökülür sanki:
Aslı: “Hem nasıl bu kadar korkak, hem nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsun?
“Ahmet sen karısını, çocuğunu kaybetmiş bir adamsın. Ama bi şu halimize bak!
Karısını çocuğunu kaybeden ben ve hiçbir şey olmamış gibi davranan sensin sanki!
Bu nasıl bir şey Ahmet bana bunu bir açıklayabilir misin?”
Ve Aslı, Ahmet’i terk edip Amerika’ya yerleşir…
Kısacası Ahmet, birlikte olduğu Aslı ile yalnızlığını gidermeye çalışır fakat sahtekârlığının cezasını aldatmayla öder.
BENCİLLİK
Bir geceliğine birlikte olduğu eski öğrencisi Özge, ilişki sonrası Ahmet’ten bir bardak soğuk su rica ettiğinde Ahmet, buzdolabından önce kendisi için su alır ve onu bekletir. Hayata ve önce eşinin daha sonra da sevgilisinin evi/kendisini terk etmesine sebep olan bencilliğinin bir imgesidir de bu…
Bu arada başta Ahmet’e hayranlıkla yaklaşan ve önceden beri Ahmet’in peşinden koşan Özge’nin Ahmet’i elde ettikten sonra Ahmet’in duymak istemediği densiz, ukalaca, seviyesiz ve aşağılayıcı her şeyi sertçe Ahmet’in yüzüne vurması, Ahmet’i rahatsız edecek; Ahmet, kendi kiri ve düştüğü seviye ile bir kez daha acımasızca yüzleşecektir.
Kaldı ki Özge Ahmet’in yüzüne karşı sırıtarak “sen çok kibirli bi adamsın” demektedir.
Kuşkusuz Ahmet’in düştüğü seviyenin en bariz göstergesi, Özge’nin erkek arkadaşı Selçuk’tan aralıksız şiddet gördüğü sahnede sessiz kalmasıyla kendini göstermektedir. Ahmet, Özge dayak yerken odadan çıkmamakta, kılını bile kıpırdatmamaktadır.
Burada Ahmet’in bir duyarsızlaşma yaşadığına şahit oluyoruz; Ahmet, gözü önünde, kapalı bir kapı ardından bir şiddet anına tanık oluyor fakat hiç bir şey yapmıyor ya da yapamıyor. Çünkü baştan beri duyarsız kişiliği, onun duyguları üzerine adeta çelik bir kapı örtmüştür. Yüzüne çarpılan kapı şimdi artık kitlenmiştir.
(Bir sahnede Özge’nin telefonda sevgilisiyle konuşurken Ahmet’in Özge ile sevişmeye başlaması benim açımdan iç dünyanın çarpıklığı bakımından güzel bir sahneydi.)
KARANLIK GECE
Kendince acı çekmemektedir. İçindeki karanlıktan an gelecek dışına vurduğunda (elektriklerin gittiği sahne) rahatsızlık duyacaktır. Elinde mumla yalnızlığının çaresini arayacak, bu onu kapıcı dairesine, kendi yeraltına götürecektir:
“Biraz burada durabilir miyim?”
Ahmet artık yalnız olmaya dayanamaz hale gelir ve elindekileri, sahip olduklarını sorgulamaya başlar. Yalnız olduğunun gerçek manada o zaman farkına varır. Acziyeti ve çaresizliği artık ruhunu ele geçirmiştir. Elektriğin gittiği gece -ama içindeki karanlığın verdiği cesaretle- dakikalarca mum ışığını izleyecek, bekleyecek, ateşin elini yakıp yakmadığını gözlemleyecek, en baştan beri bir yandan bağlı olduğu, gündelik işlerine bakan, kocasını kaybetmiş, iki çocuklu, sessiz ve yardımsever bir kadın olan Neriman’ın evine inecek ve önünde diz çökecektir. İçindeki yanlızlık ve karanlığın mirası ve belki de Ahmet’in bir anlamda pusulası olan Neriman’ın dizlerine kapanıp günah çıkarırcasına ağlayacaktır. (Burada seyirci gerçek manada Ahmet karakteri ile ruhsal bir ilişkiye girmektedir/girmelidir.)
Ve ani bir şekilde Ahmet ağlamaya ve hatta ruhsal manada “kusmaya” başlayacaktır. İçindeki o bulantıyı, o sıkıntıyı ve çaresizliğinin farkındalığını dışa vuracaktır adeta… Elinden tek gelen de budur.
Belki de bu son sahnede Ahmet, eşi Elif’ten, kızı Yazgı’dan, Aslı’dan, Özge’den ve Neriman’dan; hayatına giren tüm kadınlardan af diledi.
Bir başyapıt olmamakla birlikte başarılı diyebileceğimiz filmde başta Öykü Karayel, Çağlar Çorumlu ve Ercan Kesal olmak üzere oyunculuklar başarılı… Ahmet ise belli ki Demirkubuz ile özdeşleşmiş bir karakter… Bu yönüyle yönetmen bir nevi kendi kibirli yapısını da itiraf etmiş oluyor.[3]
Sanat anlatılamayanı anlatmaya kalkışmaktır ve yalnızlığımızdan kaynaklanır. Kimseye itiraf edemediğimiz şeylerden… Ahmet de yalnız olmak istiyor. Ve onu sadece Neriman sorgulamıyor, onda huzurlu yalnızlığını sürdürebiliyor…
AÇILAN KAPI
Zeki Demirkubuz’un diğer filmlerinde de sıkça gördüğümüz kendiliğinden açılan kapılara bir örnek de Bulantı’da rastlıyoruz. Bir Üniversite’de akademisyen olan Ahmet’in sınıfta “Genç Werther’in Acıları”[4] nı okurken sınıf kapısı ansızın açılır, Ahmet kapıya gider, koridoru şaşkınlık içerisinde bi kolaçan eder ve kapıyı örter.
Metafor anlamında bir ara Ahmet asansörde iken asansörün ansızın bozulması, Ahmet’in hayatındaki aksaklıkların da bir yansıması sanki… (Asansör bozulduktan hemen sonraki sahnede karısı Elif ondan ayrıldığını söylüyor!)
Mesafeli durduğu bir ailesi ve kendisine ansızın ziyaretlerde bulunan kardeşi Beşir de ayrıca huzurunu kaçırmaktadır. “Neden mevlit okutmuyoruz?” diyen kardeşine kayıtsız kalmasından Ahmet’in inançlarının zayıf olduğunu anlayabiliyoruz.
Kardeşi Beşir’i arabayla bırakırken kardeşinin gözlüğü kırması da bu metaforlardan biri sanki… Zaten az görüştüğü kardeşinin gözlüğünü yanlışlıkla kırması az olan keyfini kaçırıyor, belki de Ahmet hayata karşı farklı bakmak istiyor; fakat kırılan gözlüğü ile birlikte kişiliği, egosu da kırılıyor…
Beşir’e “yoldan karşıya geç metrobüse binersin” deyip kardeşini postalaması da dikkat çekiyor.
Bu arada Bulantı’nın sarı ışık ağırlıklı son sahnelerinin mum taşıyan kadın sahnesinin, Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminde yer alan gaz lambası taşıyan kız sahnesine bir gönderme olduğu iddiası da izleyicinin yorumuna açık ancak ben bunu gereksiz ve nedensiz bir tespit olarak görüyorum. Dolaysıyla bir gönderme olduğunu da düşünmüyorum. Keza benzer mum taşıyan kadın sahneleriyle daha fazlasıyla Stanley Kubrick’in Barry Lyndon filmine[5] ve Ahmet’in merdivenden inerkenki sahnesi ile de Alfred Hitchcock’un Vertigo’suna[6] gönderme yaptığını söylemek de daha mümkün! Ama böyle bir şey yok.
Tabii kapılara illa bir anlam yüklemek isteyen her gördüğü sarı ışığa da yükleyecek anlam bulacaktır!
Birileri sarı mum ışığı ile başka bir yönetmene![7] göndermeler yakıştıradursun, anlıyoruz ki Ahmet’in elektrikler gittiğinde apartmanı aydınlatması için –yapay- cep telefonu ışığının yerini –doğal- mum ışığına bırakması, bir anlamda yozlaşmış ilişkilerinin yerine tüm doğallığı ile Neriman’ı (Şebnem Hassanisoughi) koyması ile imgesel bir durum ki Demirkubuz bunu işaret ediyor.
Demirkubuz’un diğer filmleri gibi Bulantı da her sahnesi sinematografik açıdan an be an titizlikle işlenmiş. Gölgelendirmeler, yansımalar (eşiyle son konuşmasının balkon kapısında yansıması), ayna hileleri (Elif’le konuşurken Ahmet’in yüzünü aynadan izlediğimiz sahne), ışıklandırma ve kamera hareketleri son derece iyi…
BEŞİKTAŞ
Ama Neriman sayesinde Ahmet’i derinlerine gömdüğü acıyla yüzleştiren, tanımı zor daha başka “bir şey” var. Şöyle ki; Demirkubuz, filmde Neriman’ın küçük çocuğu İlhan üzerinden Beşiktaş sevgisini vurgulamaktadır. İlhan’ın[8] yoklukta pençeleşen ailesinin durumuna rağmen üzerinden bir gün bile çıkarmadığı Beşiktaş forması, sanki Beşiktaş’ın ezilmişliğin sembol takımı niteliğindedir. Ahmet, İlhan’a “çok mu seviyorsun Beşiktaş’ı?” diye sorarak ona iki takım forma da alır. Bunun da ötesinde Beşiktaş üzerinden İlhan ile kurduğu bağ, Ahmet’in Neriman ile arasındaki duvarlarında duygusal bir gediktir bir anlamda…
İşte “Bulantı”, o gedikten sızan ve en sonunda hıçkırarak ağlamaya ve bir anlamda patlamaya dönüşen duygusal bir kusma aynı zamanda…
Saflıkla yüzleşen ve nihayetinde bir arınmaya dönüşen “Bulantı”, bir tür duygu ve kibir ezilmesi…
Nihayetinde küçük bir burjuva olmasına rağmen Ahmet de yetiştiği toplum gibi hastalıklı, sakat, gürültülü, kötü, ihanet sahibi ve taşıdığı tüm duygusuzlukla son derece erkek…
Ama zaten yaşamın esası ihanettir, kötülüktür.
[1] “Benim de, birçok insanın da benzer durumlarda böyle bir kibirle davrandığını fark ettim, hatırladım. Bekleme Odası’nda kızın sevgilisiyle yönetmen karakteri arasındaki uzun konuşmanın esini de İsa’nın çarmıha gerildiği sahnedir. Orada çocuk, yönetmeni hem ahlâki duruşu, hem de yaptığı işler nedeniyle över; yönetmense tüm bunların kibir ve kendini beğenmişlikten kaynaklandığını, aslında hiçbir şeye inanmadığını söyler. Böyle filmler çekmesinin, temiz bir yerde durmasının, temiz olana duyduğu inançtan çok kibiri yüzünden olduğunu söyler.” Nadir Öperli-Fırat Yücel. Zeki Demirkubuz’la Söyleşi. Altyazı. Ekim 2006.
[2] Aslında birçok parçayı anlamca birleştiren ve filme yön veren, doktorun bu tiradıdır ki Ahmet’in Neriman’a yönelişi, çocuklarla birlikte yemek yemeyi teklif edişi, ilişkilerinin basit gibi gözüken bu değişiklikle yeni bir hale bürünmesi doktorun bu tiradı sonrasında gerçekleşiyor.
[3] “Çektiğim en kişisel film bu. Kötü olsa çöpe atacaktım zaten.” Çınar Oskay Röp. Hürriyet, 30.9.2015. http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/30167524.asp
[4] Ahmet, “Genç Werther’in Acıları” ndan şu kısmı okumaktadır: “Ah, yaradılışınız neden böylesine hiddet dolu, dokunduğunuz her şeye niçin böyle gemlenemez bir bağlılıkla tutuluyorsunuz?”
[5] https://drfreex.files.wordpress.com/2012/06/ddec44.jpg
[6] https://crossleycinema.files.wordpress.com/2011/03/annex-stewart-james-vertigo_01.jpg
[7] Nuri Bilge Ceylan.
[8] Demirkubuz, Beşiktaş’ın efsane ismi İlhan Mansız’a olan sevgisinden ötürü filmdeki Beşiktaş’lı çocuk karaktere İlhan ismini vermiştir.
“Soru: Beşiktaş’ta en sevdiğiniz kim?
Demirkubuz: İlhan Mansız. Bu filmdeki çocuğun adı o yüzden İlhan.” Çınar Oskay Röp. Hürriyet, 30.9.2015.