Şarkı Söyleyen Kadınlar
“Hasta ve yaralı vücudumla zorlanarak yürürken bıraktığım ayak izleri,
sana narin ve dingin bir uyumda gözükebilir.
Ve yine hayat içinde şaşkın ve dengesiz çırpınışlarla sendelerken,
ruhum bazı gönüllere hoş gelecek izler bırakabilir.
Ah bende zamanla bu izlerin yarattığı yankılardan ölçebilsem…”
(Bu yazı ilk olarak 21 Eylül 2014 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
“Allah, bazı kullarının ruhlarını kendisini görme şevkiyle ve aşkıyla genişletmiştir. Ki onların kalpleri, Allah aşkının billur saflığıyla doludur. Zaman, onlardan sorulur.”
Reha Erdem’in 2013 yapımı filmi “Şarkı söyleyen kadınlar yada Adem’in Yakarışı”, daha vizyona girmeden, filmde atların yer aldığı sahnelerden ötürü eleştirildi. İşte o zaman kendi kendime “Reha Erdem, rahatsız etmeye başladı. Metafor yağmuruna tutulacağım güzel bir film geliyor” demiştim.
Senaryosunu da Erdem’in kaleme aldığı filmde, başrolleri Binnur Kaya, Philip Arditti ve Deniz Hasgüler paylaşıyor.
Fırtınalı gecelerde huysuzlanan huzursuz atlara terk edilmiş, boşalmaya yuvarlanan bir ada… Katledilen doğasıyla kıyamet öncesi atmosferi ile geride kalan yani terk edilen bir avuç yalnız insanın zoraki varoluşları ile kararsız tedirginliği…
Kuşkusuz bunda Reha Erdem’in üzerine doğanın çığlıklarını da serpiştirdiği Arvo Part’ın müthiş klasik müziği de etkili…[1]
Reha Erdem, koskoca kozmosun çok uzağında bir yerde yaşanıyormuş gibi görünen ilginç bir kesitin üzerine tanrının en muhteşem film seti olan ‘doğa’ yı kollarımıza ‘kıyamet öncesi sessizlik’ misali bırakıyor… Erdem, ayrıca salgınla telef olan atlarla da yine birçok filminde olduğu gibi doğayı konuşturuyor.
Aklını yitirmiş bir kadın, kayıp oğlunu arıyor…
Atlar ormanda teker teker ölüyor… Erdem, hayatta zaman zaman dingin, narin ve estetik görünen bir çok şeyin aslında içinde felaketler, acılar, çarpıklıklar ve zorluklar barındırdığını, asaletinden ödün vermeden yürüyen hasta ve yaralı bir atın adımları ile anlatıyor.
“Hasta ve yaralı vücudumla zorlanarak yürürken bıraktığım ayak izleri, sana narin ve dingin bir uyumda gözükebilir. Ve yine hayat içinde şaşkın ve dengesiz çırpınışlarla sendelerken, ruhum bazı gönüllere hoş gelecek izler bırakabilir. Ah bende zamanla bu izlerin yarattığı yankılardan ölçebilsem…”
Erdem, belki sonsuz arayışımıza bir yenisini daha ekleyerek içi tanrı inancıyla dolu, saf bir ruhu olan Esma’nın aracılığıyla inanç söylemlerini içimize akıtıyor.
“Allah’tan korkun! Korkun! Kafamın üstüne, gözümün içine koca bi dalı rüzgarlan şakkadanak çarptırdıydı ki! Ben bile –Napıyon Allahım- dedim! Sana şükürler olsun… Ya şu kapıdaki kütüğün altında kalaydım! Gözüme çakmayaydı o kütüğün altında yatıyordum şimdi. ALLAH’IM AFFET!”
Aksi bir adam olan Mesut bey (Kevork Malikyan), büyük kısmı deprem ihtimali nedeniyle terk edilmiş bir adada, büyük bir evde tek varlığı olan köpeği Samba ile birlikte yaşamaktadır. Hiç umursamadığı hasta bir oğlu ve oğlundan bıkmış bir de gelini Hale (Aylin Aslım) vardır. Bu süreçte görüştüğü tek kişi ise evi temizlemeye ve yemek yapmaya gelen yardımcısı Esma (Binnur Kaya) dır. Mesut beyin yalnız olmaktan sıkıldığını kendi kendine konuşurken söylendiği “İnsan, iki kişi olmalı. En azından iki kişi…” cümlesinden anlıyoruz. Buna rağmen Mesut Bey, yanına sığınan hasta oğlu Adem’e kötü davranmaktan geri kalmıyor.
Esma, bir gün elinde çantası ormanda yürürken, daha önce ağaçların arasında gördüğü ve geyik sandığı genç bir kadın olan Meryem’le (Deniz Hasgüler) karşılaşır. Bu kadın, adada tahliye sürerken, insanların aksine ‘bir sebepten’ adaya dönmüştür. Esma, Meryem’i evine alarak ona yardımcı olur.[2]
Meryem, adada bir pastaneye girmiş ancak pastane sahibinin tacizinden –pastane sahibi Meryem’e göğüslerini göstermesini istemiştir çünkü- dolayı bir gece yarısı kaçmıştır. Meryem, Esma’nın da yardımıyla adada kalan bir doktorun (Vedat Erincin) yanında çalışmaya başlar. Doktor, Meryem’e boş kaldığı her an çeşmeden su taşımasını söyler. Doktor, Meryem’in getirdiği suları boşa harcamaktadır. Doktorun çaresiz ve kendisine sığınmış bir kadına bu anlamsız zulmü, ‘aşağı olma duygusunun bir çaresizde yüceltilmesi’ olarak anlaşılabilir.
Doktor, geçmişinde işkence görenlere sağlam raporu veren bir işkence doktorudur aslında. Kapanmamış yaraların kabuğundan kan akar.
Bu arada Erdem, filmde her erkeğe bir an taciz görevi yüklemiş bir vesileyle…
Mesut beyin, gelini Hale’ye bir gece yarısı ‘zamansız ve anlamsız’ şefkati de tacizin başka bir şeklidir.
Başka bir taciz girişimi de Adem tarafından Esma’ya yönelik gerçekleşir. Esma’nın üstüne çullanan Adem’e Esma, “Abi yapma. Beni Allah yarattı” diye söylenir. Adem ise “peki beni kim yarattı” şeklinde karşılık verir. Allah, bu hayatta birine gösterdiği şefkati, bir diğerine de göstermekte midir?
Sonuçta “rüzgar çıkar, kötülerin gözleri tozla dolar!”
Bir akşam orman yolundan eve dönen Meryem, karanlıkta ansızın beliren birisi tarafından saldırıya uğrar. Aynı akşam Meryem’in başında bir avuç ‘yalnız ve yaralı’ insan bir araya gelir. Meryem, kendisine saldıranın sol elinde yüzük olduğunu söyler.
(O esnada başucunda yer alan tüm erkeklerin yüzük takıyor olması, belki tüm kadınların diğer tüm erkeklerin şiddetine bir kez olsun maruz kalmasına bir vurgudur ve erkek karakterler, değerlerin çöküşünün canlı sembolleri gibidir adeta… Kadınlar ise, film boyunca doğayla iç içe, barış içinde birlikte şarkı söyleyen ve zehri olmayanı ifade eder nitelikte… Bu nedenlerle erkeklerin hastalıklı, kadınların iyileştirici yönleriyle film son derece feminist…)
O akşam neden cezalandırıldığını anlayamayan Esma da Mesut Beye dertlenir:
“Bak lime lime yırtık bir elbise gibiyim. Unuttun mu insan olduğumu. İnsan ki kadından doğmuş. Günleri kısa ve sıkıntıya tok. Çiçek gibi açar ve solar. Gölge hızıyla da kaçar ki tutamazsın.”
Bu arada doktor, biçare Meryem’e evlenme teklifi eder. Tango şarkılarının dinlendiği güzel bir düğün akşamında doktorun Meryem’e “keşke o adama göğüslerini göstermeseydin” şeklindeki sözleri, doktorun daha dün imrendiği durumla evlendikten sonra bir utanç sebebi olarak yüzleşmesine sebep olur.
“Benim zamanım ne zaman diye sorma hiç. Kulağınla dinlemeyi bırak. Sonra kalbinle dinlemeyi de bırak. Nefesinle dinle. Kulak duyar, kalp tanır, nefes boşalır. Bu boşluk kalbin orucudur. İnsan kendi zamanıyla işte o boşlukta buluşur.”
Bir de Esma’nın akrabası Emin var. Ölen-öldürülen hayvanlara şefkatli bakışıyla övgüyü hak eden Emin, telef olmuş atları adada gömüyor, yaralı olanların ise yaralarını sarıyor. Ama kendi iyileştiremediği yarasını hep üzerinde taşıyor.
Bu arada evliliğinde yaşadığı sorunlar ve yakın zamanda ortaya çıkan hastalığı sebebiyle, zor bir dönemde yakınındaki insanlardan beklediği desteği göremeyen Adem (Philip Arditti), bir türlü anlaşamadığı babasının evine dönmek zorunda kalır.
Böylece tüm karakterler Mesut’un evinde toplanmış olur ve durumlar, yaralar zamanla garipleşmeye başlar…
“Eğer vücutların hareketini zamanla ölçüyorsak, zamanın kendisini nasıl ölçüyoruz? Belli ki zamanı vücudumuzun değil, ruhumuzun hareketleriyle ölçüyoruz…”
Adem yalnızlaştıkça sefilleşir, sonunda yakarır! Bir an herkesin sırrını ortalığa döküverir. Doktorun işkenceci geçmişini, babası Mesut beyin Esma’ya yakınlığı ve gelini Hale’ye tacizini, Esma’nın kardeşi –yada kardeşi değil- Emin’le aynı yatağı paylaştığını vs vs…
Zaten atların toplu ölümü, insanların bütün bu değerleri kaybedişinin de bir işareti değil midir!
Çirkiniz ve zalimiz…
Yalnız acı çeken haykırır gerçeği…
Yalan mı! BENİM HER YERİM YARA!
Bir gece yarısı Adem ölür ve Esma’nın duasıyla (Allah’ın yardımıyla) yeniden dirilir. Çünkü “zaman sadece güneşin ayın yıldızların hareketiyle mi dolu. Vücutların hareketleri ve çırpınışları insanoğlunun kendi zavallı zamanını oluşturmuyor mu? Onun için değil mi ki her insan için her şeyin ayrı bir vakti var… Doğmanın vakti var; ve ölmenin vakti var. Ağlamanın ve gülmenin vakti var. Susmanın vakti var ve söylemenin vakti var.”[3] Zaten “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” [4]
Hayatına Allah ile yön veren Esma’nın Allaha yakarışlarından birisi de şöyledir:
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?”(5)
Adem, herkesten çaldıklarını gömdüğü yerden çıkarır.
“Bunlar artık kendimden bile gizleyemediklerim. içimin zehri…”
Artık film boyunca ruh değişimi yaşayan Adem’e aralıksız havlayan Samba da havlamayı kesmiştir!
Ne çok yaralı insan, ne çok yaralı hayvan, ne çok yara var…
“Allahın bazı kulları vardır ki kalpleri Allah aşkının billur saflığıyla doludur. Bazen günaha düştükleri söylense de Allah onları yalnız bırakmaz. O kullar, bütün varlıkların yeryüzü hayatındaki tesellisidir. Ve zamanları bellidir.”
[1] Arvo Pärt – Psalom. http://www.youtube.com/watch?v=oER4_YbglTU
[2] Reha Erdem, kadınlar için “Esma”, “Meryem” ve “Hale” gibi din çağrışımı yapan isimler tercih etmiş.
[3] İncil, Vaiz, Bab 3/1-8.
[4] Kur’an-Kerim, Bakara Suresi, 286. Ayet.
[5] Kur’an-ı Kerim, En’âm: 122.