Uyanma Sakın
“Uyanma sakın.
Uyuduğun sürece benim sırrımsın.
Uyandığında gerçek ve herkesin olacaksın.”
(Bu yazı ilk olarak 29 Eylül 2012 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Türk kökenli İtalyan Yönetmen Ferzan Özpetek’in 2012 yapımı dram-komedi filmi “Şahane Misafir” (Magnifica presenza), İtalyan basınından tam not aldı. Özpetek, 9’uncu filminde gene Akdeniz’in sımsıcak atmosferinde son derece içten ve sıcak bir film çekmiş. Özpetek’in bu filmi diğer filmlerinin aksine bambaşka bir tarz içeriyor… Özpetek bu filminde seyirciyi gerçek ve hayal arasında şüphede bırakan bir öykü anlatıyor.
Özpetek bu filmi için “Daha değişik bir film. Hayatın içinde olan her şey var. İnsanın güldüğü veya ağladığı durumların yanı sıra burada üçüncü bir durum var, o da korku. Bu film hayatı anlattığı için, hayatın içinde de sadece gülmek ya da sadece ağlamak olmadığı için, ikisinin karıştığı bir şey olması daha güzel oluyor. İzleyici bunlarla karşılaşacak” diyor.
Başrollerinde Elio Germano (Pietro), Margeritha Buy ve Beppe Fiorello’nun yer aldığı filmde bir de Yusuf Antep rolünde Cem Yılmaz sürprizi var. Cem Yılmaz’ın oyunculuğunun çok övgü aldığını söyleyen Ferzan Özpetek, “Şimdiye kadar hiç karşılaşmadığımız bir Cem Yılmaz olacak filmde. Çok değişik bir rolü var” diyor.
“La Stampa” gazetesinde yayımlanan bir makalede, “Roma’ya aşık İstanbullu yönetmenin”, Akdeniz etkilerini kullanarak, belirsizliği, büyüyü, cinselliği, ölümü, hatıraları, nostaljiyi kullanarak, başarılı bir işe imza atmış deniliyor. (1) Özpetek, bu filminde geçmişle gelecek arasında içinde tiyatro olan dramatik bir köprü kuruyor.
Aktör olma hevesiyle Roma’ya taşınan ve bir pastanede kruvasan yaparak geçimini sağlayan Sicilyalı Pietro’nun (Pietro Ponte) tek hayali ünlü bir aktör olmaktır. Gece pastanede çalışırken aynı zamanda da aktörlüğe giden yolları aşındırır. Bazı reklam filmlerine oyunculuk kapmak için görüşmelere gider ancak her defasında eli boş döner. Pietro oyunculuğu kafasına o kadar çok takmıştır ki amacına ulaşmak için bin türlü çılgın yolu denemekte sakınca görmez. Ona göre bir gün çok ünlü bir aktör olacaktır.
Önceleri kuzeni Maria ile birlikte yaşayan Pietro, bu arada 3 yıl evvel karşılaştığı ve aşık olduğu Massimo’nun da yolunu sadakatle gözlemektedir. Sürekli olarak bir gün Massimo’nun gelceğinden bahseder. Kuzeni Maria –ki biraz çapkındır- bir gün Pietro’ya sarılırken fazla yakınlaşır ve Pietro onu şöyle uyarır: “Maria… Yapma… Ben daha gay olmayı beceremiyorum. Nasıl heteroseksüel olayım!” buradan anlaşılacağı üzere başkahramanımız aynı zamanda eşcinseldir. “Bir Ferzan Özpetek filmi” dedirten en belirgin olgu da kendisini göstermiştir. Gene de ana karakterin gay olmasına rağmen konu ile direk alakası görülmüyor. Özpetek, gay’lik mevzusunu aşmışa benziyor. Diğer filmlerine göre bu filminde ilk defa gay olgusunu sıradan bir mevzuymuş gibi işlediğini de görüyoruz.
Bir sahnede Pietro, metroda yolculuk ederken basit bir burun kanaması geçirip birden bayılıyor. İzleyicinin kafasında o kadar naif bir Pietro yaratılmıştır ki, izleyici Pietro’ya o an acır.
Pietro, büyük hayallerle geldiği Roma’da yerleştiği evi o kadar çok beğenmiştir. Ancak taşındığı bu yeni evinde bir takım garipliklerle karşılaşmaya başlar. Önce aynalara baktığında evin içinde başkalarını görmeye başlar, sonra tuhaf sesler duyar. Gece vakti garip fısıltılar gelmektedir. Ve nihayet hayaletler (2) ortaya çıkacaktır. Pietro sevimli dairesini kendisinden başka “7 buçuk” hayali sakin ile paylaştığını fark edecektir! Evde davetsiz misafirler vardır!
Pietro, hayali sesler ve hareketlerden sonra bir gün salonda onlarla konuşmaya başlar. Derhal Maria’yı çağırır ve –kendince- onları gösterir. Onlarla konuşmaya başlar. Bana göre Pietro bu sahnede en muhteşem oyunculuğunu, en gerçekçi rolünü sergiler!
Filmin en güzel repliklerinden birisini Pietro, evde bir oyuna hazırlanan hayaletleri izlerken duyar: “Yalan ikna edici olabilir. Neyse ki gerçek, çok daha ikna edicidir! Birileri bana inandı. Önemli olan bu… Orada kapalıyken neyin gerçek, neyin hayal olduğunu ayırt etmek zor.”
Bu arada Pietro’yu elemelere hazırlayan hayaletler, oyunculukla ilgili müthiş tüyolar da verirler:
- “Kolunuzu asla böyle kavuşturmayacaksınız! Aşağı doğru da sarkıtmayın. Onları kullanmalısınız”
- “Karşınızdakine bakın. Gözlerini kısıyorsa, sizi duymakta zorlanıyor demektir. Demek ki sesiniz kısık.”
- “Siz konuşurken kirpiklerini kırpıştırıyorsa, sesiniz çok yüksek demektir.”
- “Konuşurken ellerinizi olur olmaz oynatmayın. Biraz daha erkesi olun.”
- “Onları etkilemek istiyorsanız, odadan çıktığınızda sesiniz orada kalmış olması gerek.”
Aşık olduğu adama gelince; bir gün o hep bahsettiği meşhur Massimo çıkagelir. Pietro beklediği sevgilisine, “Şahane misafir” ine kavuşacaktır. Ona muhteşem yemekler, pastalar ve mumla aydınlatılmış romantik bir akşam yemeği ortamı hazırlamıştır. Ancak büyük şaşkınlığa uğrar. Yıllarca beklediği ve aşık olduğu adam gelir, artık peşini bırakmasını ve başına bela olmamasını söyler, çıkıp gider.
Zaman geçip de bu hayali kahramanlarla tanışan ve onlarla sohbet etmeye, birlikte yaşamaya başlayan Pietro, onların 1940’ların İtalya’sında çok ünlü bir tiyatro grubunun oyuncuları olduğunu öğrenir. Hayali karakterlerimiz, bugünden sonra Pietro’yu katıldığı oyunculuk elemelerine de hazırlamaya başlarlar.
Bu arada bir gün ansızın hayali kahramanlarımız ortadan kaybolurlar. Ancak Pietro onlara öyle alışmıştır ki, onların geri gelmelerini ister. Evde onlar varmış gibi davranır. Bu durumu farkeden Maria, sonunda Pietro’yu bir psikiyatra götürür. İlerleyen dakikalarda kahramanlarımız gene ortaya çıkacaktır.
Kahramanlarımız, kendi kumpanyalarında bir kadın aktristen bahsederler ve onu nasıl bulacaklarını sorarlar. Pietro, adı Livia Morosini olan bu kadının peşine düşer. Araştırması, Pietro’yu, herkesi bulabilen bir adamın atölyesine götürür. Yer altında bir tekstil atölyesini andıran bu yerde travestiler! çalışmaktadır. -Bana göre Ferzan Özpetek, bu sahnede toplumun ‘kaybedenlerinin’ yer altına itildiğine ve günümüzün faşizmine vurgu yapmaktadır.- Pietro, Morotti’yi bulur. Tiyatro kumpanyasının acıklı öyküsünü ondan dinler:
“önceden odalarına küçük bir soba konmuştu. İnsanın aklı almıyor. 1943 yılında dışarda onca olan bitene rağmen soba zehirlenmesinden öldüler.”
Tiyatro ekibi, baskılardan saklanmak için Pietro’nun evindeki 1 metre yüksekliğindeki kilere saklanmışlar, dışarda yaşanan onca olaya rağmen bu ekip bu kapalı kilerde acı bir şekilde ölmüşlerdi.
Filmin konusuyla pek de alakası olmayan ama filme renk katan bir sahneden de söz etmeden geçmek hata olur. O da, sokakta dövülüp ağzı burnu kan içinde kalmış ve Pietro tarafından eve davet edildikten sonraki 5 dakika boyunca nefis bir oyunculuk sergileyen, zekice döşenmiş espriler ve Greta Garbo’yla Blanche Dubois’dan yaptığı harika alıntılarla filme pırıltı katmış olan travestiydi…
Filmin sonlarında en ilginç iki sahne filme büyük renk katmış. Bunlardan birisinde hayali kahramanlarımız yavaş yavaş evden çıkarlar ve metroya binerler. Bu toplu taşıma aracına çok şaşırırlar! Pietro onları eski tiyatro binasına götürür. Sahneye çıkan hayali kahramanlarımız boş koltuklara karşı oyunlarını oynamaya başlarlar. Onları o an görebilen sadece Pietro’dur.
Bir başka sahnede ise Pietro, evde sehpanın üzerine açtığı laptop’ında onlara gelecekte kendi çocuklarını ve dünyanın nasıl şekillendiğini gösterir.
– Savaş sona erdi mi?
Pietro: Evet…
– Ya Hitler, Nazizim?
Pietro: O yok artık. Hitler intihar etti.
– Ya komünizm?
Pietro: O da kendini öldürdü.
– Çocuk: Peki okul? O da öldü mü?
Pietro: Okul da öldü. Hem de tam anlamıyla öldü.
– Peki ya İtalyanlar özgür mü?
Pietro: Özgür. Çok iyi durumda olduğumuz söylenemez ama özgürüz bir şekilde.
– Hala faşizm sürüyor demek. Yahudiler? Türkiye?
– Pietro: İşte bu da Barack Obama. Amerika’nın seçilmiş ilk Afrika kökenli Başkanı… (Hayaletler
şaşkınlıkla bakarlar).
– Olacak şey değil. Vay canına!
Benim hafızamda yer eden ise şu: 70 sene evvel nasıl Mussolini ve Hitler ile faşizm gelmiş, bir tiyatro kumpanyası yer altına inmiştir. Aynen bugün de travestilerin yer altına indiği gibi!
Bugünkü İtalya’da, merdiven altı işleklerde çanta diken travestiler, gece yarısı fırınlarda çalışan eşcinseller (Pietro) ve göçmenler ne ise; kırklarda ihanete uğrayan kumpanyadır o. (Bu sahnede rengarenk travestilerden oluşan ve fonda Sezen Aksu’nun “sude” şarkısının çaldığı, gerçeküstü anlatıma yakın bir sekans var. Bu sahne ile bir anda şaşırıyorsunuz. Şaşırmak iyidir.
Birinin (kumpanyanın) hakikate kavuşması için ötekiler (günümüzün ezilenleri) her türlü fedakârlığı yaptı; kumpanya da Pietro için bir süreliğine de olsa aile oldu. Yönetmen burada, sosyal bunalım için tek çözüm yolunun dayanışma olduğunu vurguluyor. Gene de film, Ferzan Özpetek’in rengarenk, naif ve eğlenceli dünyasını yansıtıyor.
(Bu arada filmin müziklerinin büyük bölümünde İtalyan müzisyen Pasquale Catalano’nun imzası var ancak Sezen Aksu da, filme özel parçalar bestelemiş.)
(1) http://www3.lastampa.it/cinematv/sezioni/news/articolo/lstp/435908/
(2) Ferzan Özpetek, filmdeki hayaletler için “kaybettiğimiz varlıklar” demeyi tercih ediyormuş.