Maden
“Bu hayatta herkes biraz orospudur!”
(Bu yazı, ilk kez 18 Mayıs 2014 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Acı bir siren sesi ve karanlık tünelden taşınan yüzlerce madenci bedeni… Ekmek parası için yerin onlarca metre altında çalışan insanlar. Bugün acı içinde yaşadığımız bu anlar Maden filminden bir sahne olarak kalsaydı keşke… Ama 36 yıl öncesinde çekilen bir filme ait bu görüntüler bugüne kadar ve bugün de defalarca kez yaşandı.
Ülkemizin kanayan yaralarından biri göçük altında kalan işçiler… Maalesef belirli dönemlerde bu acıyı tekrar tekrar yaşıyoruz.
Bugün yaşananları anlamak adına Maden filmini tekrar izlemek daha da anlam kazandı. İnsan görüyor ki çok bir şey değişmemiş.
Yönetmen Yavuz Özkan’ın 1978 yapımı Maden filmi, bir maden ocağında İlyas isminde bir devrimci işçiyi (Cüneyt Arkın) ve onun işçilerle olan hikâyesini, birlik olmaları için verdiği mücadelesini anlatıyor. Başrollerini Cüneyt Arkın, Tarık Akan ve Hale Soygazi’ni oynadığı filmde Meral Orhonsoy ve Halil Ergün de yer alıyor.
Karlı kış günlerinde çekilmiş olan filmde çamur deryası içinde koşuşturan işçilerin dünyası bize hiç de uzak değil. Bir maden ocağı, bir devrimci, sendika ağalarına ve patrona karşı direnen İlyas (Cüneyt Arkın), İlyas’ın yanında yeni yeni “bağırmaya” başlayan Nurettin (Tarık Akan). Nurettin’i ilk defa bağırtan luna parkta çalışan halkacı kadın (Hale Soygazi) ve arkadaşları Ömer (Halil Ergün).(1)
Film boyunca işçi İlyas maden ocağındaki sahip oldukları kötü koşullarla daha fazla çalışmak istemediklerini bütün işçilere anlatmaya çalışır.
Çamur çökelek, yağmur çamur, is pis… Karlı kirli soğuk bir hava…
İlyas’ın bu çabaları sonuç verir ve başka bir işçi olan Nurettin (Tarık Akan) ve arkadaşlarını sarı sendikanın etkisinden kurtarmak ister. Bir gün göçük altında kalan bir işçinin de bunda etkisi büyüktür.
İşçi İlyas’ın şu sözleri sanki bu günü aydınlatır baretinin ışığıyla:
“Sıra nasıl olsa bize de gelecek. Bugün onlara, yarın sana bana… Şu beş senede Grizu’da, göçükte, su baskınında kaybettiğimiz adamın haddi hesabı yok. Gümbür gümbür gidiyorlar. Arkalarından 3 gün acınıyoruz, sonra eski tas eski hamam…”
İşçiler alın yazısı deyip geçiştirirler. Bir işçi:
“Mukadderat be İlyas abi…”
Başka bir işçi ise:
“Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane…” şeklinde cevap verir İlyas’a…
İlyas ise “Ecel hep bizi mi buluyor be” diye cevap veriyor.
Bu arada diğer işçilerin televizyonda çıkan sarışın kadına dikkat kesilmeleri de toplumun duyarsızlığına bir eleştiri niteliğinde…
Ama İlyas işçileri “doldurmaya” devam eder:
“İbrahim dayı anlatıyor. Çalıştığı yerde gaz sızıntısı varmış. ‘Kusa kusa çalıştım’ diyor. Söyleyin bakalım. Bu nasıl alın yazısı! Bu bal gibi patronun yazısı be!”
Bu arada işçilerin huzursuzluğunu yatıştırmak için maden sahibi şehre lunapark, gazino, kadın getirir. Şarkıcı Hale Soygazi’ye işçiler “Aç aç” şeklinde bağırırlar. Giyinikken yuhalanan Soygazi, biraz soyununca alkış alır. Elbette kadınları gören işçiler İlyas’ın nutuklarını bir yana bırakıp gazino çadırına saldırırlar.
Başka bir sahnede ise işçi Nurettin uyanır. Evinde çocuğunun kendisine ‘baba cumhuriyet ne zaman kuruldu’ sorusuna Nurettin’in ‘git len çoraplarımı getir’ sözleri de ekmeğinin derdine düşmüş bir işçinin sisteme ve Kemalizm’e yönelik sosyalist bir tokat niteliğindedir.
Pavyon çadırındaki işçilerin aksine İlyas ise olumsuzlukların peşini bırakmamakta kararlıdır. “Durmadan bok yoluna gidiyoruz” diyen İlyas, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve müfettiş getirtilmesi için kampanyası düzenler. Bu işi aslında sendika yapması gerekmektedir. Ama sendika nede olsa sarı sendikadır.
İmza toplanırken işçinin biri: “Ben müfettiş falan bilmem ben anca dansöz karının donunu bilirim” der. (Bu sahnede aklıma nedense Acun’un Survivor’ı geldi!)
Kadın düşkünü işçilerin luna park çadırında halka yarışması oynarken Hale Soygazi’ye “Abla halkaları ver de biz de geçirelim” şeklindeki erotik laf atmaları, işçiler arasındaki gülüşmelere sebep olur. Burada kadının cinsel bir meta olduğu vurgusu da işlenmiş olur. Filmde bir ismi bile olmayan halkacı kadın Hale Soygazi’nin “Ellerim morardı abla. Her halka atan ellerimi avuçluyor. Hepsinin elleri törpü gibi…” şeklindeki dertlenmesine gazino ablası ise “Sen elle yetindiklerine şükret. Böyle şeyleri düşünmeyeceksin. Her şeyi boş vereceksin. Bırakacaksın rahman bilecek” şeklinde karşılık verir. Gazino ablası bile çadırda parmaklanmayı Allah’a havale etmiştir!
Kadına ya evde çorba kaynatan yada çadırda orospu rolü biçilen filmde halkacı kadın Hale Soygazi’nin sevgi beklediği Nurettin’e isyanı da ayrıca dikkat çeker:
Nurettin: “Bana bak sen orospu değil misin yoksa?
Halkacı: Orospuyum!
Nurettin: Ee öyleyse ne demeye…
Halkacı: Ee o bastırsana parayı hıyar. Sen kendini ne sanıyorsun. Alain Delon musun ulan he? Parasız karı düzecek ne buluyorsun kendinde ulan.
Nurettin: Ne biçim laf lan o. Hem ne bağırıyorsun öyle.
Halkacı: Ver beş halka ha. Geçir bakalım Nurettin. Hadi Nurettin. Nurettin iyi geçirir. Sen orospu musun? Tabii orospuyum. Orospuyum. Kim orospu değil ki lan? Kim orospu değil ki!(2)
Günümüze bakıldığında bir çok şeyin değişmesine rağmen emek sömürü ve kadına bakışın pek de değişmediğini görmek acı verici.
Ama bu hayatta herkes biraz orospudur!
Milliyetçi sarı sendikanın müdürü, işçileri toplayarak bir toplantı yapar. Ancak toplantıda söz almak isteyen işçi İlyas ve Nurettin, işçileri bilinçlendirmeye çalışırlar. Yaşananlar bugünlere ışık tutan türdendir.
12 Eylül darbesine 2 yıl kala malum atmosferde çekilen filmde “devrimci” işçi İlyas karakteriyle yakınlaşmamız iki kilit sahnede gerçekleşiyor: ilki, İlyas’ın kardeşinin yolladığı mektubu okuduğu sahne ve ikincisi, sendika başkanının düzenlediği toplantı sahnesi. İlk sahne daha sosyalist/teorik bir tavır içeriyor.(3)
İlyas’ın kız kardeşinin abisine mektubu: “Okula gidemiyoruz. Emperyalizmin maşası, eli silahlı faşist çeteciler canice saldırılarını arttırarak sürdürüyorlar. Sokaklarda, kahvelerde, duraklarda insanları kurşunlamakla yetinmeyip evlerin kapılarını çalmaya ve yurtseverlerin, devrimci aydınların üstüne ölüm kusmaya vardırdılar işi… bununla da yetinmediler… bombalı paketler ve ardından organize ettikleri kargaşayla dünyayı kana boyamayı sürdürüyorlar. Aslında kafamı karıştıranlar bunlar değil tabi! Çünkü emperyalizmin ilk tezgahı değil bu. Dünyanın bir çok yerinde aynı oyunu oynadı, oynuyor. Benim kafamı karıştıran, faşizme karşı birleşik cephe oluşturması gereken devrimci güçlerin, gün günden daha da bölünmesi… tabii bunun da emperyalizmin bir oyunu olduğunu gözden uzak tutmuyorum. Ancak yeryüzünde bunca örneğini gördükten, ülkemizi bunca deneyden geçtikten sonra hala bu kadar kolay oyuna gelmemizi bir türlü anlayamıyorum. Size güveniyoruz abi. Size… işçilere güveniyoruz… bana güzel haberler yazmanı bekliyorum. Sizin o sade, gösterişsiz, fakat doğru, sağlıklı gelişmenizden aydınlık haberler yaz bana… geçen mektubunda, ‘biz bir yandan faşizme karşı savaşırken, bir yandan da sendika ağalarına karşı savaşmak zorundayız’ diye yazıyor ve ‘başaracağız. Başka çaremiz yok’ diyordun.”(4)
İkinci sahne ise Türk sinemasına damgasını vuran İşçi İlyas’ın sendika temsilcileriyle toplantı sahnesi:
İŞÇİ İLYAS: “Arkadaşlar! Oyuna gelmeyelim arkadaşlar. Bu adamlar kargaşa çıkartarak işi oldu bittiye getirmek istiyorlar. Arkadaşlar burada cinayet işleniyor, ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerimizin yüzde doksanı kurtulurdu! Başımızda ki sahte sendikacılar, Toplu Sözleşmeler adı altında bizleri oyaladılar, üstüne üstlük Toplu Sözleşmeye “işçiler yerlere tükürmeyecek”, “açığa işemeyecek” gibi bizi küçük düşürecek maddeler konulmasına izin verdiler. Yani işçiler hayvandır önüne gelen yere işer, olmadık yere tükürür demeye getirdiler.(5)
SENDİKA AĞASI: Propaganda yapıyor, propaganda yapıyor bozguncu!
İŞÇİ İLYAS: Gerçeğin propagandası mı olur? Gerçek gerçektir!
SENDİKA AĞASI: Kim bilir ne çıkarlar kolluyorsun be!
İŞÇİ İLYAS: Çıkar kollamak sizin işinizdir, bizim o taraklarda bezimiz yok! Bunu sen çok daha iyi bilirsin!
SENDİKA AĞASI: Nerden öğrendin bu edebiyatı!
SENDİKA AĞASININ YAMAĞI: Nerden öğrendin orospu çocuğu.
(işçiler yuhluyor)
İŞÇİ İLYAS: Asıl orospu çocuğu işçiyi sizin gibi satanlardır.
Neyin ne olduğunu anlamanın zamanı gelip de geçmiştir arkadaşlar. Bizler aşımızı, ekmeğimizi, hayatımızın en güzel günlerini vererek kazmanın küreğin calaskanın, küskünün ucunda kara kömürün kara tozunu içimizde biriktire biriktire kazanıyoruz.”
Bu arada luna parkta çalışan halkacı kadın Hale Soygazi ile işçi Nurettin arasında da bir yakınlaşma gözlenir.
Bir sahnede işçi Nurettin evine gelir ve “dünyayı biz kuruyoruz. Herşey beyaz olmalı. Duvarlar, perdeler. Herşey… birlik olursak herşey beyaz olur” der ve karısı ve çocuklarıyla birlikte evini baştan aşağı beyaza boyar. Yer altında karalar içinde çalışan işçiler, yerüstünde bembeyaz bir dünya kurarlar şeklinde bir “boya metaforu” na da yer verilmiştir.
Bu faaliyetleri yürütürken İlyas’a patronun adamları suikast düzenler. İlyas ve birkaç arkadaşı daha yaralanır. Bundan sonra işçilerin kendi aralarındaki dayanışması artar ve ilk önce “1. Vites” dedikleri iş yavaşlatma eylemini uygularlar. Yaralı İlyas’ın hastaneden çıkmasıyla patronlar İlyas’ı 18 nolu “problemli” ocağa sokar ve su baskını ve göçük sonucu İlyas’ın ölmesini sağlarlar. İlyas’ın göçük altında kalmasıyla diğer tüm işçiler İlyas’ın cansız bedeniyle ocaktan çıkarlar ve filmin sonunda tüm işçiler birleşir, kenetlenirler kol kola…
“Hiç çözülmedi bu sorun. Soma’da yaşanan bir emek katliamıdır. Emekçinin bitirilişidir…” diyor Tarık Akan…
“Biz tiyatro ve sinema sanatçıları o filmden önce “En zor iş bizim işimiz” derdik ama o filmden sonra anladık ki dünyadaki en zor meslek madencilik. En ağır işçilik bu…” diyor Halil Ergün.(6)
Son yaşanan Soma katliamından sonra bu filmle ben de ruhumu alıp madene inmeye karar verdim.
Devrimci çizgideki politik duruşuyla “Maden”, toplumsal gerçekliği gözler önüne seren nitelikli bir film.(7)
İnsanların çaresiz olmamasını öğütleyen, “birlikten kuvvet doğar” sözünün en güzel emsallerinden biri olan Maden filmin sonunda İlyas’ın dediği gibi:
“Bu alın yazısı değil arkadaşlar, patron yazısı.”
Aslında bu ilk değil, biz hep böyle öldük, ölüyoruz. Bugün yaşananları anlamak adına Maden filmini tekrar izlemek daha da anlam kazandı. İnsan görüyor ki çok bir şey değişmemiş. İhmaller, hiçe sayılan işçi bedenleri, ucuz emek, hakkını savunmak bir yana kendini eğlenceye vermiş çıkarcı bir toplum, her acıyı kaderci bir anlayışla kucaklamaya alışmış insanlar…
Bir işçi haykırıyor: Yanan bizdik. Siz kömür sandınız! Ve cennet, artık kömür kokuyor.
[1] BİANET, http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/155680-maden-filmi-36-yildir-vizyonda
[2] http://www.otekisinema.com/madenden-cikanlar/
[3] Tarık Akan ve Yılmaz Güney’in tanışması bu film sayesinde olmuştur. Akan, Maden’i Ankara’ya Sansür Kurulu’na götürürken hapisteki Yılmaz Güney’i ziyaret etmiş ve filmi ona bırakmıştır. Daha sonra arkadaşlıkları başlamıştır. Daha sonra çekilen ve Yılmaz Güney’in senaryolarını yazdığı ”Sürü” ve ”Yol” Tarık Akan’ın kariyerindeki doruk noktalarıdır. (Herkes O’ndan Söz Ediyor, Y. Güney, s. 243)
[4] İlyas’ın kız kardeşinin mektubunun okunduğu sahne: Bkz. fragman http://www.sinemalar.com/film/6655/maden
[5] Filme damgasını vuran sahne: https://www.facebook.com/photo.php?v=309976735683735
[6] “Maden filmi çektik, bir ayda psikolojimiz bozuldu.” Gazeteci Alev Gürsoy Cimin’in röportajı, 15.5.2014. http://www.medyaradar.com/maden-filmi-cektik-bir-ayda-psikolojimiz-bozuldu-ya-gercek-madenciler-ne-yapsin-haberi-118335
[7] Tüm Zamanların En İyi 100 Türk Filmi, Sinema Dergisi Özel Sayı