Kesik (The Cut)
“Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir.”
Lucius Annaeus Seneca
(İlk yayın tarihi: 16 aralık 2014 – Mağara dergisi)
Her küçük yarada binlerce büyük acı gömülü…
Bin yıllardır bu topraklarda ve Mardin’de bir arada yaşayan halklar, dönem dönem savaşların yarattığı acıyla ayrılıklara, halklar arasında ihanetlere, soykırımlara ve asimilasyonlara neden oldu. Acıdan en büyük payı ise şüphesiz ki azınlıklar aldı.
Fatih Akın’ın 2014 yapımı filmi Kesik (Orj: The Cut) (1) beklendiği üzere Türkiye’de vizyona girmeden tartışmalara sebep oldu. Çünkü Akın, son filmi Kesik’te, 1915’te bu topraklarda yaşanan acı olaylardan birine dokundu. Ama sadece birine…
Filmin senaryosunu Akın’la birlikte kaleme alan ve Martin Scorsese’nin Mean Streets, New York New York, Raging Bull gibi ilk şaheserlerine senaristlik yapmış olan İran doğumlu Mardik Martin, ABD’ye Irak’tan göçmüş bir Ermeni. Bu arada Martin Scorsese’nin The Cut’ı “Özgün, samimi ve epik bir film” olarak niteliyor.
Fatih Akın’ın dört kıtaya yayılan bir coğrafyada, diğer yapımlarına göre büyük bir bütçeyle, sessiz sedasız çektiği ‘The Cut’ filminde dünyanın dört bir yanından oyuncular yer aldı. Filmde Cezayir asıllı Fransız oyuncu Tahar Rahim’e Simon Abkarian, Arsinée Khanjian, Kevork Malikyan gibi Ermeni oyuncular, Kıbrıslı Akın Gazi, Almanyalı Numan Acar, Faslı şarkıcı ve ozan Hindi Zahra ile Türkiye’den Önder Çakar, Bartu Küçükçağlayan gibi isimler eşlik ediyor.
Mardin 1915… Nazaret Manukyan, ikiz kızları Lusine ve Arsine, ile karısı Rakel’le birlikte yaşamını sürdüren ermeni bir demirci ustası. Mezopotamya’da herşey yolunda…
Nazaret, bir gün ikizlerini okuldan almaya gittiğinde havada gördüğü bir turna kuşunu kızlarına göstererek “Havada turna görmek, uzun yola çıkmaya işarettir” der. Gördükleri Nazar ve ailesinin ve aslında tüm Ermenilerin uzun ve çileli yolculuğuna işarettir.
Birinci Dünya Savaşında, bir gece ansızın Manukyan ailesinin kapısı çalınır. O ana kadar herşey yolundadır. Osmanlı askerleri, Müslüman-gavur demeden 15’ini aşmış herkesi (Ermeni erkekleri) savaşmak için askere almaktadır. Endişe yerini korkuya bırakır.
“Ermeniler. Açın kapıyı!”
Günlerce yol yürütülen ve aç susuz bırakılan Ermenilere, önce ağır işler yaptırılır, taş kırdırılır, susuz bırakılır, çöl ortasında ölüme terk edilir. Daha sonra -Diyarbakır Valiliğinden gelen bir elçi aracılığı ile- dinlerini değiştirirlerse rahat edecekleri söylenir.
Nazaret’in (Tahar Rahim (2)) uzun ve çileli yolculuğu acı ve dramatik bir hikâyeye, bir ölüm yürüyüşüne, yani “tehcir” e dönüşür. Sadece çok azı için bu ölüm yürüyüşü bir yaşam yürüyüşü halini almıştır. Onlardan birisi de Nazaret…
Daha acı olan ise, ailelerini özleyen Ermeni erkeklerin artık geride bıraktıkları aileleri de sürülmüş, öldürülmüş, kadınları ve kızları tecavüze uğramış, açlığa ve hastalığa terk edilmiştir.
Kendi köyünün ve ailesinin sürüldüğünü öğrenen Nazar ikiz kızlarının ‘ayak izlerini’ takip eder. Nazar, serüveni boyunca binbir acıya şahitlik eder.
Bir Ermeni kadın, kızlarının gözleri önünde çeteler tarafından tecavüze uğrar, o esnada atının üzerinden silahlı bir Türk askeri bu durumu seyreder.
Daha sonra askere alınıp çalıştırılan ermeni erkekler de Osmanlı askeri tarafından birbirine bağlanıp toplu katliama maruz bırakılırlar. Üstelik “kurşun harcamadan!”
Bıçak, tüm acı olaylara şahitlik eden Nazar’ın canını değil ama dilini almıştır. Nazar, gırtlağındaki kesik sebebiyle o günden sonra artık konuşamayacaktır.
Osmanlı askeri tarafından öldürülmekten vicdanlı bir Türk sayesinde, bir şekilde kurtulan Nazar, Mezopotamya’nın sıcağında gerçekleştirdiği uzun yürüyüşünde tanrıya isyan eder ve zaman zaman eline taş alıp öfkeyle göğe fırlatır.
“Bu mu senin merhametin!”
Bir şekilde canını kurtaran Nazar, önce laz asker kaçaklarının (asker kaçağı Dursun) arasına karışır, daha sonra elinde bir fotoğrafla ailesini bulmak için şehirden şehre uzun bir yolculuğa çıkar. Nazaret’in Mardin’den başlayan uzun yürüyüşü onu önce Diyarbakır, Antep, Efrin ve Halep’e götürür. Bedevi çadırında demiryolu inşaatında çalışırken rast geldiği Ermeni kafilesindeki bir kızı görür. Kız, artık köle yapılmıştır.
Ras-al Ayn’da bir kampta karısının kız kardeşini bulduğunda ilk kez soykırımın boyutlarının farkına varacaktır. Açlık ve hastalıktan ölenleri, kuyuya atılıp boğulanları görür. Gece boyu düşünür ve tavrını belirler. Baldızından eşinin ve kız kardeşinin katledildiğini öğrenir. Can çekişen baldızının isteğiyle onun acısını dindirir!
Halep’te sabun imalatçısı bir Arap tüccar Nazar’a evini açar, gizlice saklar ve ona yardım eder.
Savaş sona erer. Ermenilerin, Türkleri Halep’ten kovarken taşladıkları sahne iç acıtır.
Halep’te sabun imalathanesinde çalışan Nazar, Halep sokaklarında dolaşırken o dönemde şeytan icadı olarak adlandırılan bir açık sinemaya denk gelir. Perdede Chaplin’in The Kid (3) (Çocuk) filmi gösterilmektedir. Filmde –ki en etkileyici sahnesi- küçük bir çocuk ile Şarlo’nun birbirinden zorla ayırılması sahnesinde tüm izleyenler gülerken Nazar, ağlamaya başlar çünkü askerlerin kendisini zorla aldığı gece kızları da kendisinden böyle zorla kopartılmıştır.
Nazar, kızlarının yetimhanelere düşme ihtimaline karşın yaklaşık yüz yetimhaneyi bıkmadan tek tek kontrol eder. Nihayet bir yetimhane duvarında kızlarının fotoğraflarına rastlar.
Kızlarının, yetimhaneden ayrılmalarını gerektiren 16 yaşına geldiklerinde, zengin Ermenilerle evlendirilip Küba’ya (Havana) gittiğini öğrenen Nazaret bir an yıkılır.
Mezopotamya’dan Ortadoğu’ya (Ras-al Ayn) ve oradan da Amerika’ya olan bu uzun yolculukla (4) başlayan kaçış, Nazaret’in kızlarının izini sürdüğü bir takibe dönüşür.
Havana’ya gitmek için bir gemide çalışmaya başlar. Havana’da berberlik yapan bir Ermeni (Şarkı Söyleyen Kadınlar filminden tanıdığımız Diyarbakır doğumlu Ermeni oyuncu Kevork Malikyan) ona yardımcı olur. Nazar, kızlarının Havana’yı terk ettiğini öğrenir. Çünkü zengin bir Ermeni, Lusine’nin sakatlığını görünce evlenmekten vazgeçmiştir. Arsine de, ikizini yalnız bırakmak istemediği için evlilikten vazgeçer. Bunun üzerine ikizler Amerika’ya göç etmişlerdir.
Berber, Nazar’ın çalışıp Kuzey Dakota eyaletine gitmesine de yardımcı olur.
Orta sınıf bir hayat süren Mardinli Ermeni demir ustası Nazaret Manukyan, filmin başında varlıklı Ermenileri zaman zaman kazıklamaktadır. Fakat inancı gereği pişman olup rahip karşısında af dileyip tövbe de eder. Oysa daha sonra geldiği noktada (Diyarbakır’da) tanrıya isyan edecek, (Halep’te) onun merhametini sorgulayacak, onu taşlayacak ve (Havana’da) ona duasını kesecektir.
Bir gün kiliseye giderken Nazar’ı da çağıran berber, tanrıya tepkili olan Nazar’ın kiliseye gelmek istemediğini fark eder ve onu dua etmesi için ikna eder:
“Senin adın İsa’nın doğduğu yerden geliyor. Hadi gel…”
Nazar’ın Küba’daki takibi, Amerika’nın Mineapolis ve Kuzey Dakota’nın Ruso kasabasında son bulur.
Nazar, kızlarından sadece sakat olan Lusine’e kavuşabilmiştir. Kızı, diğer kardeşi Arsine’in bedenini ‘mikropların yediğini’ ve öldüğünü söyler.
Bu topraklarda insanlar zorunlu göçe tabi tutuldular, öldüler, aileler birbirini kaybetti, ailenin bir bireyi Amerika’dan bir bireyi Rusya’dan, Lübnan’dan, İran’dan, Arjantin’den çıktı. Seneler sonra birbirlerini buldular, bulamadılar…
Ne ölülerine, ne dirilerine kavuşamadılar.
Kesik’i sanatsal bir çabadan çok politik bir çaba olarak görmek isteyenler daha çok olacaktır muhakkak. Büyük bir trajediyi, küçük bir kesite sıkıştırdığı için yönetmeni eleştirenler de olacaktır. Ancak kabul etmek gerekir ki; Akın, bu filmiyle aslında zor bir yükün altına da giriyor. Nazar’ın 100 yıllık sessizliği, Fatih Akın’da bir çığlığa dönüşüyor.
Fatih Akın, omuzlarında hissettiği yükü, savaşın taraflarını, sürgünü, zorla çalıştırmayı, katliamı, cinayet işlemeleri için salıverilen mahkûmları, tecavüzleri, açlıktan ölen kadın ve çocukları, din değiştirmeye zorlananları, ölüm kuyularını filmin içine sıkıştırarak bir anlamda rahatlıyor.
Akın, filmiyle ilgili olarak “Ben bir soykırım filmi yapmadım. Hiçbir politik gelişmeden haberi olmayan Mardinli bir Ermeni demircinin başından geçenlerin öyküsünü anlattım. Onun penceresinden olaylara baktım. Onun açısından her şey 1915’te başlıyordu. Ben de o yüzden oradan başladım” diyor.
Yönetmenliğini Berke Baş’ın yaptığı 2009 yapımı “Nahide’nin Türküsü” (5) adlı belgeseli tür olarak bir kenara koyarsak; soykırım/zorunlu göç/ayrılık durumunun çilesini çekmiş insanları daha derinden hissetmemizi sağlayan “Kesik”, 1915 olaylarına ilişkin bir Türk Yönetmen tarafından yapılan ilk sinema filmi…
Her şeyden önce Akın, bir dönem filmi yapmış ve Almanyalı bir Türk olarak kimsenin cesaret edemeyeceği bir konuya değinmiş. Ermeni soykırımının 100. yılında, böyle bir filmi vizyona koymak cesaret isteyen bir iş ve cesaretinden dolayı Akın’ı tebrik etmek gerekiyor. Çünkü Türkiye kökenli bir yönetmenin ermeni soykırımı üzerine ve devletin resmi tarih anlatısı ile çelişen bir film yapması sadece takdirle karşılanmalı.
Ayrıca bir dönem filmi için beklentimin çok üzerinde bir başarı yakalamış olan filmde, Nazar’ın serüvenine film boyunca eşlik eden gergin melodiler (6), Ermeni ağıtları, ninnileri film boyunca yükseliyor, hikayeye başarıyla işlenip izleyende acı bir tat bırakıyor. Mekânlar ve kostümler oldukça başarılı… Filmde Ermenilerin kulak tırmalayan İngilizce konuşması teknik bir sebep olarak açıklansa da bunun bir üniversal özdeşleşme/kabul görme çabası olduğu âşikar… Yüz yıl önceki Osmanlı askerlerinin günümüz küfürlerini kullanması ise sadece dikkat çeken bir olumsuzluk…
Kısacası The Cut, The Guardian’da da belirtildiği gibi, “Duvara Karşı ve Yaşamın Kıyısında kadar incelikli/ustalıklı bir iş olmasa da, dürüst ve cesur bir şekilde ele alınmış, seyredilmeyi hak eden, güçlü bir film” olmuş.(7)
The Cut’ın cesur başarısının sadece birkaç teknik sorgulamaya sığdırılmaması gerektiği kanaatindeyim. Keza bu kadar büyük bir acı, 100 yıllık inkar, elbette bir filme sığmaz. 100 yılda kapanmayan derin bir kesik. Ama hala acıtıyor.
Nazar’ın boğazı kesildikten sonra sükûta gömülmesi, sanki Ermenilerin 100 yıllık sessiz çığlığı gibi…
Çünkü en derin acılar dilsizdir.
(1) THE CUT by Fatih Akin – Official International Trailer http://www.youtube.com/watch?v=qA7j6zvApPI
(2) Tahar Rahim, Jacques Audiard’ın A Prophet ve Asghar Farhadi’nin Le Passe filmlerinden de tanıdığımız bir isim.
(3) The Kid – Charles Chaplin, 1921 http://www.youtube.com/watch?v=moYamUjYGFw
(4) Uzun yolculuğun müziği: https://soundcloud.com/bureau-1/alexander-hacke-the-cut
(5) Nahide’nin Türküsü http://www.tihvizm-belgeselfilm.org/belgesel-gunleri/1-belgesel-gunleri/17-nahidenin-tuerkuesue
(6) Alexander Hacke – http://www.shazam.com/discover/track/159992273
(7) The Guardian: “The Cut review: Fatih Akin’s Armenian genocide epic draws blood” http://gu.com/p/4x6fq/stw