Reis Bey
“Dışımda ne arıyorlar, içime doğru suçluyum ben.
Bir de kalkmış belki kendimden birine,
ondan öbürüne geçer bi merhamet yangını çıkar
bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum.”
N. F. Kısakürek (1)
“Merhamet” sözcüğü ilk bakışta şaşırtabilir. Ancak o, uyanıklık ve uyku arasındaki bir sürü düşüncenin, yani bilince ancak teğet geçen veya tamamıyla karanlıkta hapis kalan ama yine de işlemeyi sürdüren ruhsal duyumların ürettiği şu küçük “hor görme” zehrinin salgıladıklarının tek panzehri demektir.(2)
Adaletin düşman kardeşi olarak da nitelendirilen merhamet, acıma olgusu ile karıştırılmamalı. Acımak, soğuktur. Merhamet ise ılık yüzüyle sessiz, kişisel ve vicdanı besleyen insani bir duygu… Bir anlamda birine (ya da bir şeye) tahammül sınırımızın belirleyici niteliğidir merhamet… Ama aslında en çok da kendine tahammülün sınırını belirler!
Jack London, merhameti bir yerde korkuyla özdeşleştiriyor.(3)
Zweig’a göre ise iki çeşit merhamet var: zayıf ve duygusal olanı, bir yabancının ıstırabı karşısında kalbin duyduğu üzücü sarsıntıdan bir an önce kurtulmak için gösterdiği sabırsızlık… Böyle bir merhamet acıyı paylaşmaz; ruhun yabancı bir acıya karşı kendini savunma içgüdüsüdür sadece. Asıl değerli olanı, duygusallıktan uzak ama yaratıcı merhamettir; ne istediğini bilir, sabırla acıyı paylaşarak, gücünün son damlasına kadar, hatta gücünün de ötesinde her şeye katlanmaya kararlıdır.(4)
Büyümenin Türkçe Tarihi’nde bir çocuğun büyümesinin her aşamasında merhameti öğrendiğini belirten Yazar Ayfer Tunç, çocuğun merhamet duygusundan hem haz aldığını hem de tekrarından korktuğunu belirtiyor:
“Merhamet, ilk karşılaşıldığında ağır etki bırakan duygulardandır. Her çocuk, çocukluğunun bir yerinde merhameti öğrenir. İçine tanımadığı bir eziklik veren bu duygudan hem hoşlanır, hem tekrarından korkar…. Ama merhameti öğrenmenin zamanı önemlidir. Geç karşılaşılmış merhamet bilgiden ibaret kalır, içselleştirilemez; kimi zaman duyarsızlığa, katı kalpliliğe, hatta başkalarının acılarını reddetmeye, küçük görmeye yol açar. Ne iyi bir duygudur diye baş tacı edilmeli, ne de kötüdür diye kestirip atılmalıdır. Doğru bir zamanda merhameti öğrenen çocuk, büyüdüğünde kendinin farkında olan ‘daha insan’ olur.”(5)
İnsanın yaradılışından geldiği söylenen en büyük özellik olarak tanımlanan merhamet duygusu, özellikle yüreği nasırlı kişilerce acıma ile karıştırılır. O ılık merhametin yerine, soğuk bir acıma oturmuştur. Acıma, acınacak şeylerden bir an evvel kurtulmaya yarayan egoist bir savunma mekanizmasıdır. Merhamette yer almayan karşıdakini aşağılama acımada kendine yer bulur. Acıma insani bir zaaf iken, merhamet ise “rahmani” bir muhabbettir. Acıyı akıl, merhameti kalp idrak eder.
Ceza hukukunda hümanist doktrini savunmuş olan Prof. Erem, “Merhamet, adalet değildir” der.(6)
Farklı kültür ve sınıfsal tezahürlerini incelemek açısından Oscar Wilde, “Sosyalizm Ve İnsan Ruhu” (7) adlı eserinde, ahlâkı, dayanışmayı vs. sisteme havale ediyor ve “sistem kurulsun, sömürüyü ortadan kaldırsın, insanlara kendi hayatlarını zenginleştirmede eşit imkânlar yaratsın; böylece bir insanın başka bir insana “acıma”sının, yardım etmeye çalışmasının, başkalarının “acılarını duyma ve paylaşma”sının manevî yükünü yok etsin; kısacası, “hayır” denen kurumu ihtiyaç haline getiren koşulları dünyadan silsin” (8) diyor.
“Hayvanlarda Merhamet”
Hayvanlardaki merhamet ve acıma duygusunun da yaradılıştan geldiği iddia edilir. Darwin, hayvanların birçoğunun, birbirinin acılarını ve sıkıntılarını paylaştığını, Hint kargalarının kör arkadaşlarını beslediğinin görüldüğünü, bir köpeğin, yakın arkadaşı olan ve sepetinde hasta yatan bir kediyi birkaç defa yalamadan sepetin yanından geçmediğinin gözlemlendiğini ifade eder. Darwin, “Bu, bir köpekteki acıma duygusunun en güvenilir belirtisidir. Toplumsal hayvanların sevinçle ilgili duygudaşlıkları ise şüphelidir. Bununla birlikte, Bay Buxton, başıboş yaşayan papağanların yuvası olan bir çifte “aşırı ilgi” gösterdiğini anlatmaktadır. Dişi papağan ne zaman yuvasından ayrılsa, bir küme papağan onun çevresini sarıyor ve çığlıklar atarak gösteri yapıyordu.” (9) demektedir.
Merhametin doğuştan kazanıldığını belirten bir başka düşünür olan Schopenhauer da merhamet anlayışının hayvanları da kapsadığını belirtiyor. Öyle ki; notlarında köpeğine duyduğu sevgiden sık sık bahsettiğini ve özellikle köpeklerin içtenliğini övdüğünü görmek mümkün. Schopenhauer’a göre hayvanlar da tıpkı insanlar gibi iradenin nesneleşmesiyle oluşur ve insanlar gibi onlar da istenci tatmin etmek için didinirler. Dünyanın sadece insanlar için yaratıldığını ve hayvanların birer eşya olduğunu öne süren Schopenhauer eski ahit öğretilerine de isyan eder. (10) Hayvanların da tıpkı insanlar gibi istekleri olduğunu ve onlara acı çektirilmemesi gerektiğini, yaşadıkları acıların ise merhamet yoluyla anlaşılması gerektiğini belirtmektedir. Yenilecek hayvanların ise öldürülmeden önce uyuşturulmalarını teklif etmiş, 19. yy’da hayvan haklarını korumak için gayret eden derneklerden övgüyle bahsetmiştir. Kaldı ki; hayvanların yalnızca fiziksel acı çektiklerini düşünüyordu.(11) Ölülerinin başında yas tutan filleri görse muhtemelen daha da sert bir tepki gösterirdi.(12)
Jean Jacques Rousseau, merhamet olgusuna farklı bir açıdan yaklaşarak “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” (13) adlı şaheserinde ilk atalarımızın bu duyguya sahip olmaları sayesinde insanlığın bu günlere kadar gelebildiğini belirtir. (14) Merhameti en tepeye koyan Schopenhauer, Rousseau’dan ve onun bu kitabından övgüyle söz eder.(15)
Merhameti insandaki üç temel (16) etik içgüdüden bir tanesi olarak tanımlayan Schopenhauer, “Ben insanların hareketlerini inceleyerek ortak taraflarından ahlakın son prensiplerini bulmaya çalışacağım. Ahlakı ancak tecrübe sayesinde temellendirmek mümkündür. İnsanlarda gözlediğim merhamet, fedakârlık ve adalet hislerini tetkik ederek onlardan hakiki bir ahlak temeli çıkarmaya çalışacağım. İyi duyguları ilk kaynaklarına kadar takip edeceğim” demektedir.(17)
İnsan denen varlık, kendisini varoluşun geri kalanından tellerle ayrılmış gibi hisseder. Sanki o her şeyin temelindedir ve diğer her şey kendisine sonradan eklenmiştir. İnsanın bu utanç verici bencilliği, insanı başka insanların yaşamlarına tamamen duyarsız kılar ve devam eden bencil eylemlere zemin hazırlar. Bencil insan, karşısındakinin acısından da haz duyar hale gelir.
Ev arkadaşı olan bir kadını merdivenlerden aşağı iten Schopenhauer, ahlakın temeli olan merhameti, hiçbir korkuya ya da çıkara hizmet etmediği halde bizim gibi cani primatları hizaya sokabilen yegâne güç olarak tanımlar. (18) Oysaki merhamet, insanların acı çektikleri sonucuna varmanın ötesinde, insanın iç karartıcı durumunu anlamakla doğar. Gözlemin ötesinde, bizzat acı çeken canlının benliğine bürünüp acısını onunla özdeş olarak hissetmektir. Bencillikten, yaptırım korkusundan ve kişisel hesaplaşmalardan uzak bir duygudur ve acıyı bizzat deneyimlemekten başka bir şey değildir.
İnsanın tüm eylemlerinde “fesat” ve “bencil” olduğunu düşünen Schopenhauer, birçok insanın kendisini dünyanın bir parçası olarak değil de merkezindeki bir varlık olarak gördüğünü belirtir. Ona göre insanı “kötü” bir eylemde bulunmaktan alıkoyan nedenleri 5 temel grupta toplamak mümkündür. Bunlar “kanuni yaptırıma uğrama korkusu”, “ilahi adalet korkusu”, “merhamet”, “statüsünü yitirme korkusu” ve “prensiplere/değerlere bağlılık” tır. Kanuni yaptırıma uğrama ve ilahi adalet olguları, dünya üzerindeki kötülüklerin engellenmesinde yeterli olamamıştır. Bu olgulardan hiçbirisi merhamet kadar saf ve bencillikten uzak değildir. Çünkü “merhamette” dışarıdan gelen bir yaptırımdan değil de içten gelen bir “öz” yaptırımdan çekinilir. Bu “öz” yaptırım, kişinin kendisine biçtiği değerin zedelenmesi ve bu yüzden bireyin kendisine duyduğu hayranlığın lekelenmesidir. Merhamet, insanı kötülük yapmaktan alıkoyar. Merhametin birleştirici özelliğini de es geçmemek gerekiyor; çünkü “merhamet insanları acıda birleştirir” ve yardımlaşmayı daha ideal bir seviyeye çeker.
“Acı çeken birini görmekle bizzat acı çekmek arasında bir fark yoktur. Gerçekten daha çok acı duyanın kim olduğu her zaman belli olmaz” diyen İspanyol Şair ve Yazar Calderon, (19) merhamet duyanın daha sonra bir anlamda merhamet edilecek noktaya geldiğini iddia eder.
“Merhamet, iki kat mübarektir: hem verene rahmettir, hem alana rahmettir.”
Shakespeare, “Venedik Taciri” oyununda merhameti, “her vakit intikamdan daha asil” olarak nitelendirir. Eserinde kahramanı Portia aracılığı ile şu ifadelere yer verir: “merhametin şanında zorlamaya yer yoktur, mübarek yağmur gibi o altındaki yere gökyüzünden dökülür, iki kat mübarektir: hem verene rahmettir, hem alana rahmettir. Kudretlerin içinde en büyük kudrettir o: Tahtındaki hakana tacından çok yaraşır; hükümdar tuğu geçici saltanatın remzidir. Yürekleri titreten kral korkusu gibi saltanatla korkunun dayandığı şeydir o; fakat merhamet tuğlu saltanattan üstündür, onun haşmetli tahtı kralların kalbinde, Allah’ın bile dayandığı kudret o, merhamet adaleti yumuşattığı zaman dünya kudreti Allah kudretine yaklaşır. Bunun için Yahudi, her ne kadar dileğin adalet olsa bile, şunu bir kere düşün: adalet yolundaki her hak yerine gelse bile, hiç birimizin ruhu selamete eremez. Her duada Allahtan biz merhamet isteriz, kendi dualarımız bize öğretiyor ki: rahmete ermek için merhamet etmek lazım. İstediğin adalet merhametle karışsın diye bunu söyledim: fakat ısrar edersen Venedik’in bu adil mahkemesi hükmünü şu zavallı tacir aleyhine vermeye mecbur olur.”(20)
Sabahattin Ali, merhamet ile alakalı olarak “nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi bir ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz” demektedir.(21)
Peyami Safa ise “En çirkin merhamet, hedefini şaşırandır” diye belirtiyor. (22)
Reis Bey’in Merhameti
Hiç kuşkusuz, merhametin en iyi tanımına, merhamet üzerine bir destan, bir isyan ve bir yakarış da diyebileceğimiz, Necip Fazıl Kısakürek’in 1964’de kaleme aldığı “Reis Bey” isimli eseri ile ulaşılabilir. Vicdan ve akıl muhakemelerinin bir takım hadiselerde kutuplaşması, karşı karşıya gelerek çarpışması ve nihayet vicdan fitiliyle infilak etmesi yönünde değerlendirmek mümkün.
Ana olgusu merhamet üzerine bir “Suç ve Ceza” yapıtı olan eserde merhamete susamışları, kanunlarla dolu kalın adalet kitaplarının yaprakları arasına sıkışmış, ceberut maskelerin karşısında ezilenleri, incinenleri, merhamete susayanları konu alır. İnsanın taşlaşmaya meyilli kalbini “herkes herkesi affetsin” pınarıyla eritir. Görevinden hiç taviz vermeyen, kanunlara son derece bağlı ve kararlarında acımasız bir ağır ceza reisinin merhamete yönelişini konu alır Reis Bey…
Necip Fazıl da Reis Bey’in gözünden merhameti, baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret olarak tanımlar.
“Gözyaşı suçun rengini soldurmaz” diyebilecek ve merhameti de “ağızların iğrenç sakızı” olarak tanımlayacak kadar taş kalpli bir ağır ceza hâkiminin, kalemini kırdığı gencin asılmasından sonra, genç adamın suçsuzluğunun ispatı ile düştüğü vicdan azabıyla, bir gözyaşı çetesi kuracak kadar merhameti ifrat derecesine vardırmasının Necip Fazıl kaleminden çıkan destanıdır Reis Bey…
Toplumun huzuru için bireyi feda edebilen katı bir adalet yorumu karşısında yine toplumun huzuru için bireyi topluma kazandıran bir ağır ceza mahkemesi reisinin vicdani depreminin ya da deviniminin destanını yazan eser, tek dişi kalmış medeniyette en çok muhtaç olduğumuz merhamet ve şefkati karşımıza çıkaran bir baş yapıt adeta…
“Buz çölü” nde yol alırken çölün soğuğu, zemherinin şiddetiyle donan, taşlaşan, ergimez bir katılık haline dönüşen kalplerimizi yumuşatacak, göz pınarlarımızı harekete geçirerek omuz başlarımızdan kalbimize süzülen manevi gözyaşlarıyla o buzulları eritebilecek; hiç olmazsa o buzullar içinde bir kardelene fışkırma kararlılığı ve kudreti verecek bir cevheri harekete geçirecek sözleri içeren bir yapıt aynı zamanda…
Senaryo ve Yönetmenliğini Mesut Uçakan’ın 1988 yılında aynı adla çektiği filmde de Necip Fazıl’ın Reis Bey eserini müthiş bir sadakat ve başarı ile perdeye aktarmıştır. Haluk Kurtoğlu’nun Reis Bey karakterini canlandırdığı film döneme adeta damgasını vurmuş, vicdanlarımıza işlemiştir. (23)
Karakteri ve görevi gereği katiyete ve neticeye öyle sevdalıdır ki Reis Bey, sanıkların suçlu olduğuna kanaat getirirse, onları idam sehpasına göndermekten bir an olsun çekinmez. Bir hadise üzerinde akıl çarkının herhangi bir şekilde müdahaleye uğramasına tahammül dahi edemez, hissi fikirden ayrı ve mutlaka fikir buyruğunda kabul eder. Kafasında merhamet adeta ölmüştür.
Necip Fazıl, Reis Bey’de suç ve ceza ilişkisini akıl, af ve merhamet yönleriyle işlemiştir. Reis Bey, özel hayatında, bavulu ve kitaplarından başka hiçbir eşyaya sahip olmayan, ömrü otel odalarında geçmiş bir insan, katı prensipleriyle dikkat çeken tavizsiz bir kanun takipçisidir.
Reis Bey, kuru akıl ve mantık kalıplarına son derece bağlıdır. Ona göre zanlının masumluğunun ispatlanabilmesi için; “Evvelâ, aklı tatmin edici olması lâzım… Sonra, gözle görülür, elle tutulur bir kesinlik belirtmesi ve hükmün bütün temelini yıkan bir vesika değerinde olması lâzımdır…”(24)
İşlenen suçun sebep ve sonuçları düşünülmeden, sadece kitaptan yazılan maddeye göre ve o günün şartlarının türettiği şahsi hükümlere göre değerlendirilmesi engellenmesi imkânsız problemleri ve felaketleri beraberinde getirmiştir. İnsani duygular hesaba katılmamıştır. Sonuçta kumarbaz ve eroinman genç sırf parası için annesini boğmayacağı gibi, her düşmüş, toplum dışı kadın da bilerek ve isteyerek bu yolun yolcusu olmamıştır. Bu durumda cemiyet mekanizması daha hassa, daha ölçülü, daha müsamahalı olmalı. Suç başlı başına öncesiz ve sonsuz değildir, aksine sebebi araştırılarak öğrenilmelidir.
Reis Bey, kanuni kaide ve mantığın dışında hiçbir şey düşünmeyen acımasız kanun anlayışına sahiptir. Masum bir kişi tüm cemiyet için feda edilebilir. Bir kötülüğü engellemek için en merhametsiz cezaları vermekten çekinmez. Ancak Reis Bey’in hayatı bir katil zanlısının davası neticesinde verdiği kararla değişir. Başta tüm deliller, mahkemeye gelen zanlının suçlu olduğunu göstermektedir ve Reis Bey, zanlıyı idam ettirecektir. Kuru akılcı ve merhametten yoksun olan Reis Bey, mahkûmun infaz sırasında masumluğunu ispat için sürdüğü bütün ipucu ve delilleri reddeder. Genç adam, her ne kadar suçsuz olduğunu iddia etse de, ‘merhamet’ diye yalvarsa da Reis Bey, kararını verir ve zanlı idam edilir. Ona göre merhamet isteği, iradesizliğin ve acizliğin bir yansımasıdır. Ona göre merhamet etmek ise zaten idamlık çapta affedilmeyecek bir suçtur!
Reis bey, mahkûmun “benim suçum düşmüş olmak. Anne katili değilim ben” şeklindeki savunmasını “bunların hepsi edebiyat. Suç her zaman bu edebiyata muhtaçtır. Siz, kupkuru hakikate cevap verin!” hükmüyle reddeder.
Reis Bey ideal bir şahıs olmaktan çok bazı fikir sabitleri, ‘hiç kuşkusuz’ zaafları olan, hayatının çeşitli dönemlerinde değişik karakterler arz eden bir kişidir. Ne var ki daha sonra, sanığın suçsuz olduğu anlaşılacaktır. Kaidelere sıkı sıkıya bağlı olmanın, mantık ve akıl kalıplarını mükemmel kabul etmenin yanlışlığını astırdığı gencin masum olduğunun anlaşılmasıyla öğrenmiştir. Yok yere astırdığı gencin vebaline, kendinden, duygularından çok katı düşünceleri iştirak etmiştir.
Reis Bey evinde öldürülüp, mücevherleri çalınan bir kadının zanlı olarak sanık sandalyesine oturan oğlunun davasına bakar. Davada bütün deliller mahkûmun aleyhindedir. Reis Beyin deyimiyle “annesi mezardan çıkıp – beni oğlum öldürdü diyecek kadar” tüm deliller aleyhine toplanmıştır. Masumdur fakat bu masumiyeti ispatlayacak hiçbir somut delile sahip değildir. Mahkûmun kendini savunmak için kullandığı her yol bir noktadan sonra akli metotlarla tesbit edilemeyecek kadar hissi, sırf merhamet gözüyle gösterilebilecek bir vasfa girer. Reis beyin kalp gözü, kuru akıl metotlarıyla kapalıdır. Mahkûmun savunmasını his istismarı olarak görür. Reis Beye göre mahkûmun tüm savunması kuru edebiyattır. Akli geçerliliği yoktur ve hiçbiri ispatlanamaz. Mahkûmun “kendini savunmasına cevaben “Suç her zaman edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru hakikate cevap veriniz” der.(25)
Reis beyin konakladığı otelde bir hastanın haykırışından rahatsız olan Reis Bey, hastanın babasını ikaz eder. “Merhamet edin” diyen babaya reis Bey şöyle cevap verir:
“Ne kelimeler var ne duygular var öğretemiyoruz da konu merhamete geldiğinde herkes bülbül kesiliyor!.. Ağızların iğrenç sakızı!”
Reis Beyin kalbi mühürlüdür. Birçok kişinin gördüğü gerçeği o göremez. Bir gün mahkûm genç hapishanede eroin krizine girer ve kendini yaralar. Hastaneye kaldırılır. Hastanede yatağında sürekli “annemi ben öldürmedim, annemi ben öldürmedim” diye sayıklar. Doktor “yalan söyleyen gördüm ama yalan sayıklayan hiç görmedim” der. Mahkûmu hastaneden çıkaran gardiyanlar, aralarında bunu konuşurlar. Reis bey kanunlara öyle sıkı sıkıya bağlanmış, duyguları öylesine körelmiştir ki, çok kişinin gördüğünü göremez ve mahkûmun idamına karar verir.
Mahkum idam sehpasındadır.
Mahkum: Reis Beyefendi!
(Reis Bey cevap vermez)
Mahkum: Şu anda benim vaziyetimde bulunan bir adamın, ayrıca ceza görebileceği bir suç var mıdır?
Reis Bey: Yapamazsınız; kanun ellerinizi bağlamıştır.
Mahkum: Ya sözle, dille yaparsam?
Reis Bey: Hiç bir değeri olmaz.
Mahkum: Olsun olmasın cezalandırılabilir miyim?
Reis Bey: Hayır!
Mahkum: Yani serbestim, dilimi hiç bir kaygı düğümleyemez öyle mi?
Reis Bey: Evet!
Mahkum: Öyleyse kullanmayacağım bu serbestliği. Size layık olduğunuz şeyi söylemeyeceğim.
Reis Bey: Dilediğinizi söyleyin.
Mahkum: Söylemeyeceğim! Beni yükselttiğiniz yerden aşağıya düşmeyeceğim. Yerimde kalmak istiyorum, yanınıza gelmek istemiyorum.
Hapishane müdürü: (öfkeyle bir adım atar) Sus terbiyesiz! (idam gömleğini gösterir) sırtına geçirdiğin zırha sığınıp Reis Beye hakaret etmeğe mi kalkıyorsun?
Reis bey: İdam gömleği mi zırh? Size böyle bir sığınak temenni etmem.(26)
Mahkûm: Etmeyin Reis Bey, siz ağlayamazsınız! ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!
Reis bey: siz de benim hakkımda hüküm veriyorsunuz.
Mahkûm: bir kere de ben vereyim reis bey; hem de sehpadan tepeden en yüksek kürsüden hüküm vereyim… Siz merhametten acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerinde haklısınız; fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için, en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden… Buz çölünde yol alıyorsunuz! (27) sözleriyle Reis Bey’in merhametten, acıma duygusundan mahrum olduğunu söyler.
“Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.”
Mahkûm gencin cezasının infazı için hastanede bulunan Reis Bey, hapishane müdürüne idam gömleğini bir sandalyeye serdikten sonra şunları söyler:
“Seni doğru biçen makastara ne mutlu! Ceza felsefesinde bir görüş vardır. Bir masuma kıymaktansa bir cürümlüğü cezasız bırakmak yeğdir. Ben de diyorum ki cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye bu gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır. O bir kişi, bütün bir cemiyettir.”(28)
İdamlık genç hapishane müdürünün odasında iken Reis Bey ona şöyle der:
“Ölümü metanetle karşılaman güzel…
Yazık yazık!… Avrupa’da felsefe tahsili, şu bu derken, her şeyde yarım kalmak, sonra her türlü serserilik, kumar, eroin, nihayet anne katilliği; neticede ıstıraptan erimek, Ağlanacak hal!…” (29)
İnfazın hemen ardından mahkûmun masum olduğu gerçeğinin anlaşılması ve gerçek katilin yakalanarak suçunu itiraf etmesiyle Reis Bey büyük bir vicdan azabının içine düşer. Bütün insanlara artık başka gözle bakar. Hâkimlik görevinden emekliye ayrılır ve emekli parasını Yeldirmeli kadına verir.
Yılların o katılaşmış, o kabullenmeyen ve hiçbir şekilde esnemeyen hukuk kararları sonunda aldığı bu idam kararında yanıldığını nereden bilecektir? Vicdanı elvermeyerek görevi bırakan Reis Bey, o günden sonra artık hayatını merhamet duygusunun yaygınlaşmasına adamıştır. Merhamet, ağızların iğrenç sakızı iken hava gibi su gibi muhtaç olduğumuz iksir olur. Çünkü “boş toprakta define aranırcasına suçlu aranmaz!”(30)
Sonunda Reis Bey merhamet ve acımanın ne büyük bir elzem olduğunu anlamıştır. Adalet anlayışı ve fikirleri baştan aşağıya değişmiş, merhamet cemiyeti için esas şifadır düşüncesine sahip olmuştur.
Reis Bey pişmanlık ve vicdan azabıyla paramparça olmuş yüreğini bir parça teselli etmek için, idam ettiği mahkûmun zehir kuyusuna düştüğü kumarhaneye atar kendini. Bir zamanlar merhamet için “ağızların iğrenç sakızı” diyen Reis Bey artık “merhamet dilencisi” olmuştur. Verdiği kararın hatalı olduğunu anlayan Reis Bey’in fikir ve dünya görüşleri çökmüştür. Merhamet ve acıma hislerinden yoksun olan Reis Bey’i bir merhamet abidesine, gözyaşı kurnasına çeviren bu hadiseden sonra gönlü öylesine hassas bir hale gelir ki, dünyadaki her kötülükten kendine bir sorumluluk payı biçer; günah verir gibi af dağıtırken, bir dilenci gibi insanlardan af diler. “Affedin! Affı anlayınca, kendisinden başka her insanı mazur göreceksiniz”(31)
Gönlünü kasıp kavuran merhamet hissini kafasında fikirleştirip “Baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı edecek kudret her tarafın birbirini affetmesidir” anlayışıyla, toplumda manevi bir af ve merhamet tesisi kurmak ister. “Acıyanlar ve acınanlar derneği… İki taraf içine… Zaten ikisi de bir… Acımalıyız ki anlayalım… İnsanlığın yeni kurtuluş yolu…(32)
Asılan çocuğun dadısı Reis Beyin yüzüne tükürmek, öfkesini kusmak için otele gelir. Reis Bey dadıya yalvarır, yakarır, kendisini affetmesini ister. Dadının gözünde Reis Bey en acımasız insandır. İhtiyar kadın yeryüzünde affedilmemesi gereken tek insanın kendisinin olduğunu söyleyerek “Sen Allaha başvur” der. Reis Bey, “Başvurdum. Onun affı seninkiyle belli olacak” (33) cevabını verir.
Reis Bey bir meczup gibidir.
“Merhamet…
İnsanlara merhameti öğretmek, insandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine; hohlaya hohlaya yumuşatmak…
Merhamet…
Hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir…
Baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret.
Acımasızca idama götürdüğüm çocuk bana; “buz çölünde yol alıyorsunuz” demişti. Hepimiz! Bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz! Aldığımız nefesler bile sipsivri kayalar şeklinde donuyor, bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz.
Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da kanun çıkarmaya kalkıyoruz. Olur mu hiç? Sen kaplanı yetiştir, besle. Sonra pençe atıyor diye kement at, ipe çek! Yazıktır kaplana, günahtır kaplana!
“Acımak düşünmektir, acımak bulmaktır, acıyın yeter.”
Artık ona düşen “nemiz varsa bizden gittiğini, sonra yeniden geldiğini farz edip ona göre davranmalıyız” fikrini insanlara telkin etmek olacaktır.
Reis Bey’in acımasız günlerinden, katı kanun kurallarının mahkûmu olduğu günlerden bu güne çok şey değişmiştir. Yeryüzünde işlenen her suçtan kendine bir pay çıkartır, hatta tek sorumlu kendini görür, asıl suçlunun körelmiş kalbi olduğunu söyler. Reis Bey en büyük cezayı kendi kendine verir, vicdan azabıyla yanar, kavrulur.
Belalı insanların bulunduğu bir kahvede insanlara merhameti anlatır. Herkes, Reis Bey’e büyük saygı göstermektedir.
Kumar oynanan kıraathanede Reis Bey: “Çocuklar için dünya bir gözyaşı evinden başka ne olabilir? Ağlayanlardan olmak dururken, üstelik ağlatanlardan olmak reva mı? (34) Ağlamayı öğrenin! Sakın öğrenemeyiz, demeyin; ben öğrendikten sonra, siz nasıl öğrenemezsiniz?”(35)
Reis Bey artık kötülük en ağır cezalarla değil, iyilikle, itimat edilerek yenilebilir düşüncesindedir:
“Nasıl öldürürsünüz?
Göz! Renk renk dünyaları, en yakın zerreyi, en uzak yıldızı gören göz…
Ona nasıl toprak doldurursunuz?
Kalp dediğimiz, bütün gücümüzü veren esrarlı tulumbayı nasıl kırar, parçalarsınız?
Bunları yapmayı bırak bir tarafa; bunları yapmak imkanı var ya; işte yalnız imkanı var diye nasıl dövünmez, yırtınmaz, tepinmezsiniz?..
Gelin çocuklar, kumar masasına dizilip hep beraber ağlayalım!..
Sebep mi istiyorsunuz? Çok!..
Gündüzün bitişinde gece, düzlüğün berisinde ayrılık, ekmeğin ucunda açlık var diye katıla katıla ağlayalım!..
Çocuklar; dünya bir gözyaşı evinden başka ne olabilir?
Ağlayanlardan olmak dururken, üstelik ağlatanlardan olmak reva mı?”
“Acıyanları ve acınanları alalım buyurun diyelim! Acımayı, merhameti cemiyete başlı başına şifa kabul edenler! Birleşin! İnsanlığa yeni kurtuluş; katil tezgahtar, hırsız kasadar, dolandırıcı tahsildar yapalım! Bakalım saklı parayı çalan yankesici, açıkça eline teslim edilene ne yapar! Korunanı vuran katil, bakalım bağrını açanlara ne yapar! Şüphe usulünün beslediği kötülük, itimat sistemi önünde büsbütün şahlanır mı, dize mi gelir görelim.”(36)
“Göklerin merhametle dolu olduğuna inanıyorum… Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet… Âlem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olsaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltı şırıltı su… Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizde ki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak… Ve başlar üstünde, güneşe yol veren kubbeler yükselecek…”(37)
Bir gün, bir polis baskını sırasında orada bulunanlardan biri, yanındaki uyuşturucuyu çaktırmadan Reis Beyin cebine atıverir ve Reis Bey “suçlu sanılarak” yakalanır. Yıllarca hâkim koltuğunda oturduğu mahkemede bir iftira sonucu ama artık bir sanık olarak yer alacaktır.
“Merhamet, ağızların iğrenç sakızıdır.”
Reis Bey not defterine, cebinden eroin bulunan bir zanlının yargılanması sırasında adaletle ilgili düşüncelerini ifade eden şu sözleri yazmıştır.
“Bu çocuğun esrar satıcı olduğuna dair en küçük bir delil bulamadım. Aksine, onun her tarafından, hayret, dehşet ve masumiyet tüttüğüne şahidim. Fakat ve ancak en merhametsiz ceza ölçülerinin kurtarabileceği çürük bir cemiyette paltosunun astarında esrar bulunmuş bir insanı temize çıkaramam. Bu yüzden bütün karşı delilleri reddediyor ve onu mahkûm ediyorum. Mahkûm ettiğim o değil, mücerret fiildir. Ferde verdiğim ceza isabetsiz olabilir; cemiyette aradığım deva, isabetlidir. Varsın bir kötünün bürünmesi ihtimali olan masumluk maskesini kullanılmaz hale getirmek için bir masum feda edilsin.”(38)
Hâkimin karşısında, sanık sandalyesinde kendini böyle savunur. Adalete körü körüne inanan ağır ceza hâkimi ise, merhameti cemiyet için esas şifa kabul eder olmuştur. Kötülükleri, suçları, en ağır cezalarla engelleme düşüncesi kaybolmuş, yerini merhamet ve affetme almıştır.
Reis Bey, sanık sandalyesinde “Benden merhametin öldürdüklerine merhamet beklemeyiniz” dediği günlerden çok uzakta, savcının suçlamalarıyla karşı karşıyadır.
Ama görüyorum ki anlatamıyorum… Hissediyorum ama anlatamıyorum! İdam ettirdiğim çocuk, “ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz” demişti. Ağladıkça anlıyorum… Ağladıkça anlıyorum…
Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. Hem de öylesine kaybettim ki; Amerika’da bir cinayet işlense de, dünya çapında bir ses sorsa; “Katil kim?”, “Benim!” diye haykırabilirim! Soğuk kış geceleri, köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda, gömleğimin yakasında…
İsterse çareme adli tıp baksın fakat bir hastaneye girsem de kan kanseri çeken hastalar görsem “acaba onları bu hale ben mi getirdim?” diye düşünüyorum.
Ben ne yaptım? Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim? Hangi mukaddesi kirlettim ki kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum? Dışımda ne arıyorlar? İçime doğru suçluyum ben! Bir de kalkmış belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye; tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum!
Reis Beyefendi! Ceketim benimdir! Cep benim ceketime aittir. Eroin de o cebin malıdır. Ben suçluyum, bana acımayın reis beyefendi! Bana acımak merhamete haksızlık olur!”(39)
“Ben diyorum ki; her fert başucuna, suçlu benim! Herkes suçsuz! Levhasını asmalıdır! Ben diyorum ki yegâne kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesidir, daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer, ama bütün mantık hesaplarımı kaybettim! Hem de öylesine kaybettim ki, Amerika’da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa, katil kim?… benim! diye haykırabilirim! Soğuk kış geceleri köprü altında yatan çocukların vebali benim boynumda! Gömleğimin yakasında! Annemin karnında, babamın kanın da hangi cinayeti işledim! Hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi gelmiş, gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum! Dışımda ne arıyorlar! İçime doğru suçluyum ben! Birde kalkmış, belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum…”(40)
Reis bey: (dadıya) Geldiğine iyi ettin! Ben de seni arıyordum!
Dadı: Ne yapacaktın?
Reis bey: Beni affetmeni isteyecektim.
Dadı: Eğer seni affedersem yeryüzünde, suçu bağışlanmadık insan kalmaz!
Reis bey: Yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaması için beni affet!
Dadı: Gözlerime kulaklarıma inanamıyorum! Sen o reis misin?
“İslamiyet’te merhamet”
Acıma ve iyi niyet arasında bir yerlerde duran, fazlası ezikliğe, noksanlığı ise acımasızlığa dönüşen Merhamet isimli bu büyük duygu, Kuran-Kerim’de de birçok ayette geçer. Bunlar, ağırlıklı olarak Allah’ın kullarına sunduğu merhametlerdir. Çünkü “O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.”(41) ve şüphesiz “Rabbimiz şefkatli ve merhametlidir.”(42)
Zaten esma-i hüsnasındaki “Rahman”, “Rahim”, “Rauf” gibi isimlerinin anlamı, “merhamet eden”, “acıyan”, “şefkat gösteren” demektir.(43)
Rahmet eden hayırlıdır. Ama “Allah, rahmet edenlerin en hayırlısıdır.”(44)
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem, “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez” demiştir. (45) Ve “sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmayı” buyurmuştur.(46)
Yine “Ana babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı verilir.”(47)
Âlemdeki her fenalıktan kendimize bir sorumluluk payı biçtiğimizde gönül hassaslaşacak, önce gönül çapımızda daha sonra dünyamızda manevi bir af ve merhamet çemberi kurma sevdası başlayacaktır.
——–
[1] “Reis Bey” filminden bir sahne, 1988. Yönetmen ve Yapımcı: Mesut Uçakan.
[2] “Aşk Üstüne”, Dionys Mascolo, Sf. 64. Fransızcadan çeviren: Atakan Karakış.
[3] “İlkel yaşamda, çok çok eskilerdeki atalarının yaşamında merhametin yeri yoktu. Merhamet yanlış anlaşılır, korku sanılırdı; böyle bir yanlış anlama ise bu düzende ölüm demekti.” Vahşetin Çağrısı (Call of the Wild), Jack London, 1903.
[4] Ungeduld Des Herzens (Kalbin Sabırsızlığı) Merhamet, Stefan Zweig, Altın Kalem Klasik Romanlar, Çev: Deniz Banoğlu, Sayfa:7.
[5] Merhamet (Öykü), Büyümenin Türkçe Tarihi, Ayfer Tunç, Metis Yayıncılık.
[6] Türkiye Barolar Birliği’nin ‘Avukatlar Haftası – 2013’ etkinlikleri kapsamında düzenlediği ‘Av. Prof. Dr. Faruk Erem 100 Yaşında’ konulu programda Prof. Erem’in konuşmasından, 6 Nisan 2013.
[7] “Sosyalizm Ve İnsan Ruhu” Oscar Wilde, Re Yayıncılık, 2006, İstanbul.
[8] A.g.e. Sayfa 9.
[9] A.g.e. Sayfa 106.
[10] “Din Üzerine” A. Schopenhauer, Say Yayınları, 2011.
[11] Collected Wheel Publications Volume II: Numbers 16–30, p.223.
[12] “Schopenhauer’s Compassionate Morality” Tim Madigan, Philosophy Now, Issue: 52. https://philosophynow.org/issues/52/Schopenhauers_Compassionate_Morality
[13] “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” Say yayınları.
[14] Rousseau, J.J., İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, Çeviren: R. Nuri İleri, Say Yayınları, 9.Basım, 2006, İstanbul.
[15] In Search of Schopenhauer’s Cat: Arthur Schopenhauer’s Quantum-Mystical Theory of Justice, Raymond B. Marcin, Sayfa: 114, CUA Press, 2006.
[16] 1) Bencillik, 2) Kötülük ve 3) Merhamet.
[17] http://en.wikipedia.org/wiki/On_the_Basis_of_Morality
[18] Merhamet, Arthur Schopenhauer Dergah Yayınları.
[19] “Que entre el ver, padecer y el padecer, ningua distancia habia, no siempre el peor es cierto.”
Las comedias de d. Pedro Calderon de la Barca, Cilt: 9 Sayfa: 470.
[20] Venedik Taciri, William Shakespeare, Antik Kitap Yay.
[21] “Kürk Mantolu Madonna” S. Ali, s.15.
[22] Yalnızız, Peyami Safa, s.203, Ötüken Yay.
[23] Filmde başrollerde Haluk Kurtoğlu’nun yanı sıra Murat Soydan (mahkum), Ümit Acar, Erol Tezeren ve Sümer Tilmaç da rol almıştır.
[24] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 51.
[25] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 31.
[26] Ek not: Yapımcı ve Yönetmenliğini Mesut Uçakan’ın aynı adla sinemaya aktardığı “Reis Bey” isimli film de, kitabın içeriğini anlatmakta son derece başarılı olmuştur.
[27] Reis Bey, N.F. Kıskakürek, s. 50.
[28] Reis Bey, N.F. Kıskakürek, s. 46.
[29] Reis Bey, N.F. Kıskakürek, s. 49.
[30] A.g.e. N.F. Kısakürek.
[31] “Reis Bey” N. F. Kısakürek, s. 75.
[32] “Reis Bey” N. F. Kısakürek, s. 86.
[33] “Reis Bey” N. F. Kısakürek, s. 72.
[34] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 84.
[35] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 88.
[36] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 87.
[37] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 139.
[38] A.g.e. N.F. Kısakürek, s. 73.
[39] “Reis Bey” filminden bir sahne, 1988. Yönetmen ve Yapımcı: Mesut Uçakan. https://www.youtube.com/watch?v=Wvj8-0Xyyew
[40] “Reis Bey” N. F. Kısakürek, s. 135.
[41] “Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.” (12/92)
[42] ““Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir.” (16/7)
[43] Allah’ın İsimleri (Esma-i Hüsna) http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3859
[44] Kur’an-ı Kerim, Yûsuf Suresi Ayet 64.
[45] “ Men Lâ yerhemi’n-nâse Lâ yerhemhu Allâhu” Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.
[46] Beled Suresi, 17. Ayet.
[47] İ.Rafii