KEFERNAHUM
KEFERNAHUM (Capharnaüm)[1]
“Allah bizi diğer kullarına paspas olarak yarattı.” Zain
Yanlarından öylece geçip gittiğimiz birçok çocuğun yaşam hikâyesini hangimiz biliyoruz?
Bazen trafik ışığında durduğunuzda, asfaltta oturan ve yalvarmakta olan annesinin kollarında yarı uyuyan bir çocuk görürsünüz. Bazen annesi yanında olmadan kendisini araba önlerine atan çocuklar… Aşırı ihmalden ötürü her türlü istismarla karşı karşıya kalan çocuklar…
Hiç kuşkusuz sinema, sorunlara dikkat çekmek için en güçlü silahlardan biri… Bu sebeple savaşlar, çatışmalar, yoksulluğun hüküm sürdüğü yerlerdeki çocuklar ve çektikleri acılar, sinema sanatının defalarca işlediği temalardan…
Lübnan’ın 1975-90 iç savaşı sırasında büyüyen Yönetmen Nadine Labaki de senaryosunu yazmadan önce tuttuğu notları derler ve notlarına bakıp şöyle der:
“Bu Kefernahum gibi! Bu, cehennem ve biz de cehennemde yaşıyoruz!”
Filmin adı da işte böyle ortaya çıkar.
Lübnanlı Yönetmen Labaki, Cannes Film Festivalinde Jüri Büyük Ödülü kazanan ilk kadın Arap film yapımcısı oldu ve ödülünü yoksul ve amatör oyuncu kadrosuna ve ülkesine adadı.
Labaki’nin başarısındaki en büyük etken, kuşkusuz filmdekilere çok benzeyen koşullarda yaşayan amatör aktörler ile çalışmış olması idi.
Filmde, aynı adı (Zain) taşıyan bir çocuğun rolünü oynayan 13 yaşındaki Suriyeli mülteci Zain al-Rafeea, Labaki’nin kendisini keşfettiği zamana kadar Beyrut’ta çalışıyordu. Gelin görün ki sadece adını yazmayı bilen Zain, inatçı ve sinirli yapısıyla filmde en zor kalpleri bile eritecek bir performansa dönüştü.
Lübnan’ın yoksulluktan kırılan, derme çatma evlerden oluşan gecekondu semtleri… Ve o evlerde yaşayan, yoksulluğun avucunda her türlü istismara ve suistimale uğrayan kimliksiz, yarınsız çocuklar…
Sahte evrak düzenleyen, üç beş yüz dolar için bebek ticareti yapan fırsatçılar…
Devlet nerede mi? İnsan yaşamının hiçbir evresinde, koruyucu veya önleyici önlem olarak devlet ortada yok! Ta ki suç oluşana kadar… Devlet, sadece suç işlendiğinde cezalandırıcı bir araç olarak varlığını gösteriyor.
Zain de adam yaralıyor, sigara içiyor, uyuşturucu yapıp satıyor, hırsızlık yapıyor, anasına babasına asilik yapıyor, hapse düşüyor. Bir o kadar da masum!
Diğer yandan dayak yiyor, tacize uğruyor, çocuk yaşta çalıştırılıyor, kimliksiz yaşamak zorunda kalıyor.
Hikaye, birini bıçakladığı için beş yıl hapis cezasına mahkum edilen 12 yaşındaki Zain’in hayattan hiçbir beklentisi, umudu kalmamış olan ailesini dava etmesiyle başlar.
Zain’in yeni adet görmeye başlayan 11 yaşındaki kız kardeşini birkaç tavuk karşılığı ev sahibi olan bakkala, evliliğe sattıktan/ittikten sonra küçük Zain, bir bıçak alıp ev sahibini öldürmek için evden kaçar. Kız kardeşinin verildiği adamı bulur ve onu bıçaklar. Bu olay küçük Zain’i hakim karşısına çıkartacaktır. Zain’in talebi, ‘payına şiddetin düştüğü’ hayata getirdiği için ailesine hesap sormaktır. Zain mahkeme salonunda kendisini dünyaya getirdikleri için ailesinden davacı olduğunu şöyle ifade eder:
Zain: Anne ve babamdan şikayetçiyim.
Hakim: Neden?
Zain: Beni dünyaya getirdikleri için.
Ancak görürüz ki, mahkemede aslında yargılanan, onu acı ve ıstırap dünyasına sürükleyen ailesidir! Zira Yönetmen Labaki de filmde avukat rolüyle karşımıza çıkıyor! Ve Yönetmen, avukat rolüyle gerçek suçluyu izleyiciye gösteriyor.
“Hayat bir orospudur. İyi insanlar olacağımızı ve sevileceğimizi düşünmüştüm.
Ama Allah bunu bizim için istemedi! Bizim ötekiler için paspas olmamızı tercih ediyor.”
Siz de Zain gibi hayatın gerçekleri ile yüzleşmeye hazır mısınız?
…ve bu sahnenin hemen ardından Zain’i Lübnan sokaklarında görür, onu bugüne getiren zorlu hikâyenin başlangıcına gideriz.
Hikaye, Zaim’in olduğu kadar, Zain’in 11 yaşında evlendirilen, hamileyken sırf kimliği olmadığı için hastaneye alınmayan, hastane kapısında düşük yapıp kan kaybından ölen kardeşi Sahra’nın da hikayesidir.
Evden kaçan Zain’in yolu bir ara Rahil (Yordanos Shiferaw) ve bebeği Yonas ile kesişir. Rahil, Afrika kökenli kaçak bir mülteci…
Sistemin çarkları arasında ezilen, iyi kalpli bir Rahil…
“Şekerli buzla beslenen çocuklar” gerçeği ile yüzleşiyoruz. Beyrut’ta yaşanan gündelik gerçeklere bir örnek daha…
Zain, ev denemeyecek bu yerde Rahil’in çocuğu Yonas’a bakmaya başlıyor… Rahil, polis tarafından yakalanıp gözaltına alındığında da tek başına Yonas’a bakmaya devam ediyor.
O yokluğun içinde, annesinden ayrılmak zorunda kalan bebek Yonas ile Zain, hayatının belki de en büyük sorumluluğunu üstleniyor!
Annenin, babanın sahip olamadığı vicdan, korumacılık ve olgunluk o küçücük çocukta kendini gösteriyor.
Çünkü annesi polis tarafından hapsedildikten sonra gecekondu bölgesinde Zain’e emanet edilen bebek, Zain’in bakımına muhtaç oluyor.
Zain’in o incecik kollarının yollar boyu taşıdığı bebek Yonas, dünyanın en ağır yükü değil de ne!
Sen taşıyabilir miydin?
Zain’in, son derece sevimli bu Afrikalı bir bebeğe bakmak zorunda kalması ve ekranda şaşırtıcı derecede uyum sağlamasına ne demeli?
Bir çocuğun bedeninde çocuk olarak kalmayıp koca bir adam oluşunu izliyoruz. Her ne kadar büyüse de kendi içinde ancak bir çocuk gücünde yetişi hayata…
…
Bir insan kaçakçısı, bebeği 3-5 yüz dolara satın almak istiyor. Zain, 1 yaşında bebekle sokakta kalıyor ve bebeği vermemek için zorluklara direniyor ama aynı direnci evden atılma pahasına da olsa 11 yaşındaki kızını birkaç tavuğa gelin eden anne göstermiyor!
Ailelerin bilinçsizliğinin kurbanı olmuş yüzbinlerce çocuktan sadece üçü.
Bir ara Zain, sokakta karşılaştığı küçük kıza Türkiye üzerinden batıya gitmek istediğini söyler. Küçük kız, Zain’e verdiği akılda, ondan taktik alarak uydurma bir senaryo ile Suriye’li gibi yardım paketi alır; Suriye aksanını çalışarak Avrupa’ya iltica etmenin yollarını arar.
Burada da küçük bir çocuğun bir diğerine söylediği en acı cümleye tanık oluyoruz:
“Orada çocuklar eceliyle ölüyormuş”
Bir ara lunapark sahnesinde savaş helikopterleri geçiyor.
Zain ve benzerleri, bu anlamda yoksulluğun ve yurtsuzluğun portresi…
Peki asıl suçlu kim? Anne-baba mı? Belki de savaşları çıkartanlardır asıl suçlu olan!
Kız kardeşinin ölümüne sebebiyet veren adamı bıçakladığı için yaşı bile süt dişlerine bakılarak tahmin edilen Zain’i hapiste tutan yargı sistemi de, en az sürekli üreyerek çocuklara sistematik istismarda bulunan aileler kadar suçludur. Hatta daha da suçlu!
Hizbullah’ın Lübnan’da yayın yapan Al-Manar TV’den Gazeteci Manar Sabbagh, “Suriye’deki Hizbullah militanlarının ölümleri yüksek olduğunda Nadine Labaki’nin başarısından gurur duymak için hiçbir neden yok” dedi. Hizbullah Milletvekili Nawaf el Moussawi, “(Hizbullah’ın direnişinden) yada (İsrail’e karşı) Arap direnişinden bahseden ve Batıdan bir ödül kazanan herhangi bir film söyleyebilir misiniz?” diye ekliyor ve filme tepki gösterdi![2]
Ve Lübnan’da yeni seçilen parlamentonun açılış oturumunda bu film hakkında bir tartışma çıktı. Başbakan’a yakın isimlerden milletvekili Paula Yacoubian, konuşmacıyı seçmek için oylamada Labaki’ye oy verdi ve bu, Hizbullah’çı milletvekillerince reddedildi.
Yacoubian: “Nadine’e karşı yürütülen kampanyadan sonra parlamentoda onun büyüklüğünü vurgulamak istedim. Nadine’in Lübnan’ın ismini yükselttiğine dikkat çekmek ve onunla gurur duyduğumuzu söylemek istedim. Bu, Hizbullah üyelerinin karalama yorumlarına doğrudan bir karşılıktı. Hiç kimsenin Nadine’i bir şeyin nasıl sorumlusu olarak görebildiğini anlamıyorum. Devlet tarafından onurlandırılmalı ve kutlanmalıdır. ”
(Akabinde Hizbullah, Sabbagh ve Mussawi tarafından yapılan yorumların partinin duruşunu değil kişisel görüşlerini yansıttığını açıklayan bir açıklama yaptı.)
Bir kesim düşünün ki, küçük yaşta kız çocuklarının büyük adamlarla evlendirilmesi, açlık ve sefalet içinde yaşayan kimliksiz mülteci çocukların varlığından bahsedilmesinden huzursuz oluyor. Çünkü kötü olan ne varsa ondan besleniyorlar. Üstelik Allah adına!
Kimliksiz, kaçak yaşayan aileler, çocuk yaşta mal gibi parayla satılan kız çocukları, fakirlik, çocuk hakları, savaşın toplum üzerindeki derin etkileri, mültecilik, çocuk gelinler, istismar ve daha bir çok şeyi böğrümüze adeta bir bıçak saplamışcasına gösteriyor Kefernahum…
Zain, okula gitmemiş ve sokaklarda büyümüş… Sokaklarda büyüdüğünüzde çok şey görürsünüz… Çok fazla şiddet ve çok fazla istismar görürsünüz. Zain de birçok şeye maruz kalmış ve çocukluğunu yitirmiş. O yüzden onda yetişkin olmuş bir çocuğun bilgeliği var. Modern kölelik dediğimiz bir sistemde yaşayan toplumda Zain de, ötekinin ötekisi oluvermiş…
İyi oyunculuk diyoruz ama Zain zaten yaşantısını oynamış. Labaki, sokakta yaşayan Zain’i zaten sokakta keşfedip filminde oynatmış, o da filme ruhunu bırakmış…
Rahil’in yakalandıktan sonra banyoda, ayna karşısında göğsünü sıkarak sütlerini boşaltması ve filmin sonlarında koğuşta herkes namaz kılarken Zain’in onları izlemesi insanı kendi içine döndüren, alıp çok uzaklara götüren, kalbini ağrıtan sahneler…
Kefernahum adeta bir vicdan testi…
Oyuncular gerçek, olaylar, yerler gerçek ise bu film bir “film” değildi!
“Beni neden dünyaya getirdiniz?”
Şimdi otur ve sorgula!
Tabi Zain’in bakışları ve verdiği o sefalet duygusu aklından bir an olsun çıkarsa!
Şimdi o trafik ışığında gördüğünüz çocukları bir daha düşünün! O çocuklar var. O insanlar var. Siz bu yazıyı okurken bile dünyanın her köşesinde acı çekmeye devam ediyorlar. Ve biz göremeyeceğiz.
Notlar:
- Başroldeki Zaim Al Rafeea, filmden sonra Norveç’te yaşamaya başlamıştır.
- Rahil rolündeki oyuncu, film çekimlerinden hemen sonra gerçek hayatta da Lübnan’dan Etiyopya’ya sürülmüş, bebeğe bir süre Yönetmen Nadine Labaki bakmıştır.
[1] Yönetmen Labaki, “Kefernahum” un anlamı için şunları söylüyor: “Kaos anlamına geliyor ve Fransız edebiyatında kaosu ifade etmek için kullanılıyor. İncil’deki bir köy ve çok kaotik olduğu için lanetlenmiş. Ve tarihe baktığımızda daha sonra kaosu, cehennemi, kargaşayı ifade etmek için kullanmaya başlamışız.” Christopher Llewellyn Reed’in Hammer To Nail’de yer alan röportajından yararlanılmıştır.
[2] The Arab Weekly, Samar Kadi, 27/05/2018.