Vay Benim Köpek Yalnızlığım!
“Avrupa’da söylüyorum.
Yaz da olsa kış da olsa fark etmez.
Ben geceleri çok üşüyorum.
Sorun kalorifer sorunu değil.
Sorun yorgansız oluşum sorunu da değil.
Beni üşüten tek şey var.
Ben vatansızlıktan üşüyorum!
Yazanlar: Volkan DURMAZ, Kenan ARPACIOĞLU
(Bu yazı 18 Temmuz 2012 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Öyle bir arafa sokar ki insanı bu hayat, nefret ettiklerine alkış tutturur, hayranlık yaratır çoğu zaman; kendi çığlığımız olur çığlığı, kaya gibi hissettirir gümbür gümbür geldiğinde üzerimize dertler…
Ahmet Kaya üzerine bir yazı yazmak, ideolojiler üstü, insanlık adına bir yazı yazmaktır. 1957 yılında Malatya’da doğmuş, 35 metrekarelik küçük bir işçi lojmanında 7 kişilik bir ailenin ferdi olarak büyümüştür Ahmet Kaya…
Zulme isyanı, fakirliğe isyanıyla aynı yaştadır. Gün gelecek, sevinçlerini tanımsız bir zamanın bilinmeyen köşe başlarında bırakmış insanların sitemi haline gelecektir Ahmet KAYA.
“Hani benim gençliğim nerede?” derken çocukluğu çalınanların yüreğinden seslenir sanki. ‘Kiraz ağacında yırtılan gömleğinin, bilyelerinin ve topacının’ hesabını sorarken tahmininizden öte anlam taşımaktadır bu dizeler gönülden kulak veren için…
Her kesimden yüzbinlerce, milyonlarca insan vardı onu dinleyen. Kimi sözler ve duygular insan gibidir, evrenseldir; her kalbin mağarasında yer bulur kendisine… İşte böyle bir şeydir onun ezgileri. Aynı vücuttan kuvvet alan iki elin kavgasının ortasında elleri kalbe götüren, iki eli birbirine selam durduran ve ellerin acısını kalplere taşıyan…
“Okul aralarında 3 kardeşin dükkânında plakçılık yapıyordum. Oraya uzun saçlı İspanyol paçalı insanlar geliyordu. Genç insanlar… ilk önce çok komiğime gidiyordu bunların giyimleri kuşamları. Ve sonradan bunların devrimciler olduklarını anladım. O kadar sevimli ve o kadar sıcaktıkiler yani bana hayatımda ilk defa –oğlum şunu getir, lan bunu getir- yerine bana -Merhaba Arkadaş. Ruhi Su’nun plağı geldi mi?- diyen ilk onları tanımıştım.”
Ahmet Kaya, 6 yaşında bağlama çalmaya, 16’sında özgün denemelerine başladı. 27’sinde ise ilk kasetini çıkardı. İstanbul’a geldiğinde hayatının ilklerini de yaşamaya başlamıştı.
“İlk kez deniz gördüm”
Macera
Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama…
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.
Orhan VELİ
Sanki izlediğim bütün filmlerdeki kahramanlar bendim
Hayallerle büyüdü Ahmet Kaya. Fakirliğe kin besliyordu. Hayatındaki mücadelenin nasıl kahramanı ise, halkının da kahramanı olmalıydı.
“Olaylardan çok çabuk etkileniyordum hemen… Bunu atlatmak için hemen saz çalıyordum. Zaman zaman da sesimi duysunlar diye balkonda çalıyordum… İnsanlara özeniyordum. Mesela saç uzatıyordum ama uzattığım saç Malatya’daki devrimciler kadar güzel olmuyordu”
“Sanki izlediğim bütün filmlerdeki kahramanlar bendim.”
Ve kendini ait olduğu fikre yöneldi. Ama sadece şarkı söyledi…
“Ve bir gün sabahleyin, evden çıktığımda, Avusturya İşçi Marşını söylemeye başlamıştım! Ben yaşamım boyunca örgütte olmadım. Yani örgütlülüğün başka bir perspektifi başka bir boyutu var. Başka tür ilişkileri var. Ben o ilişkileri yaşamadım. Yalnızca şarkı söyledim, saz çaldım, halk oyunu oynadım.”
Hayatı boyunca birçok sebeplerden hapse girdi. Bunların arasında siyasi sebepler de vardı elbette. Şarkıları, kafa yorucu felsefi tartışmalara çeker insanı çoğu zaman. Bir dönemin tarih kitabıdır sanki bazı dizeleri. Bugün konuşulan ama bir zamanlar sorgulanamayan, ifade edilemeyenler saklıdır ezgilerinde. Aşktır bazen onun şarkıları, bazen sevgiliye sitem.
“Ben birini sevmiyordum.
O da beni sevmiyordu.
Bir gün bir yerde randevulaştık.
Ben gitmedim.
O da gelmedi…”
Özdemir ASAF
Sistem eleştirisi de vardır, özgürlük arayışı da.. Bazen kendini aramaktır şarkılar. Kendini arayan bir adam saklıdır sözlerinde çoğu zaman. Bu bazen “Bahtiyar”, bazen “Bedirhan” bazen ise “içerden yeni çıkacak bir adam” olur.
Bugün düsünemiyeceğin kadar başım belada. Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada
İler-tutar yani yok. Fişlenmişim, adım-eşkalim bilinmekte… Üstelik göğsümde yani tam şuramda, kirli sakalıyla bir eşkiya gezinmekte…
Başım belada! Adamın biri vurulmuş sokakta, Cebinde adresim bulunmuş!
Başım belada! Tabancamı unutmuşum helada!
Nerden baksan tutarsızlık, Nerden baksan ahmakça…
Başım belada!
Üzerime kan sıçramış doğarken, uykularım yarıda kalmış!
Başım belada! Senelerce kuralsız yaşamışım, Nere gitsem çaresi yok, yanmışım!
Sevdim inanamayacağın kadar seni esmer kız!
Kirpiklerimde çırpınan şu tuzlu gözyaşımda ihanetin adı yok!
Neylersin ki çember daralmakta!
Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim.
Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta…
Başım belada!
Adamın biri vurulmuş sokakta! Cebinde adresim bulunmuş!
Başım belada! Tabancamı unutmuşum helada! Nerden baksan tutarsızlık,
Nerden baksan ahmakça!
Başım belada, üzerime kan sıçramış doğarken, uykularım yarıda kalmış!
Başım belada, Senelerce kuralsız yaşamışım,
Nere gitsem çaresi yok, yanmışım!
Ve 12 Eylül Darbesi… “Kar yağmıştır sardunyamın üstüne, anılar toza bulanmıştır. Kitaplar sobada yanmış, sazlar duvarda kalmış, güzelim şarkılar yağmalanmıştır!
Dinlerken onun yaptığını yaparız, insan olduğumuzdan başka hiçbir şeyi umursamayız belki de… Her ne kadar “dokunma bana fişlenirsin” dese de dokunuruz. O, “depremler oluyor beynimde, içeride siren sesi var” derken, kendi depremlerimiz ve enkazlarımızda buluruz kendimizi; sövgülerimiz, bir an övgülerimiz oluverir. Sazın her bir teli farklı sesler verirken enkazdan yeni umutlar belirir bir anda…
“Ölen herkese çok üzülüyorum”
“Orada ölen askere de, orada ölen gerillaya da yazık. Bu iş bitmeli ve Türkiye’de geçmişten beri binlerce yıldır birlikte yaşayan insanlar yine kardeşçe yine dostça yine güzellikler içerisinde yaşamalı. Benim için ölen herkes insandır. Bugün Türkiye’yi bu duruma getirenlerin düşünmesi gereken bir konu bu… ben, sadece şunu söylüyorum. Biz ülkemizi çok seviyoruz. Laz’ını, Çerkez’ini de Kürtünü de Türkünü de… Bu anlamda kim ölürse ölsün tabi ki hoşumuza gitmez. İnsan ölüye sevinir mi? Böyle bir şey olabilir mi? Mümkün değil böyle bir şey yani… ben ölen insanlara üzülüyorum. Kim ölürse ölsün. Dün yangında ölen, bugün sokakta yada trafik kazasında ölen yada polis yada asker… Bütün polislerimize, bütün askerlerimize, dağda ölen bütün insanlarımıza çok üzülüyorum.”
“İnanca saygı, düşünceye özgürlük!”
“Üniversiteye insanlar pantolonla giriyorsa, türbanla da girmeli. Zulüm kimin tepesindeyse biz onun tepesinde olacağız! Geçmişte bugün türbanlarını savunduğumuz arkadaşlarımız bize sahip çıkmadılar ama onların yapmadıklarını biz yapacağız ve biz türbanlılara zulmeden insanların tam tepesinde olacağız. Bunun başka yolu yok! İnanca saygı, düşünceye özgürlük! Gerçek budur. Zulmün olduğu her yerde zulme karşı çıkacağız! Demokrasi yalnız solcular için değil, demokrasi zulüm gören herkes için vardır… Demokrasilerde çifte standart olmaz arkadaşlar. Ben size şunu söyleyeyim. Sistemler ve koşullar ne olursa olsun, benim annemin kafasındaki türbanı kimse çıkartamaz!” (2)
“Sistemler ve koşullar ne olursa olsun benim annemin başındaki türbanı kimse çıkaramaz” derken ortaya koyduğu öfke, onun asıl durduğu yeri göstermesi açısından son derece önemlidir. O haksızlık ve adaletsizliğin düşmanı, özgürlüğün arayıcısı olmuştur şarkılarıyla. Halkın, bağımsız ve demokratik bir ülkenin dürüst insanları olarak yaşaması arzusunu ifade etmiştir.
“Biz bu ülkeyi asla böldürtmeyeceğiz! Biz bu ülkenin demokratları devrimcileri ve yurtseverleri olarak namusumuz üzerine yemin ediyoruz bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz! Bu kirli savaş bitmek zorunda. 19-20 yaşında çocukların gözyaşlarına alışmak istemiyoruz özüm bütün mesele bu… Savaş ratlarını sürdürüp savaş sayesinde köşeyi dönen şerefsizlere inat demokratik bir Türkiyenin dürüst yurttaşları olarak yaşamak istiyoruz. Başka bir meselemiz yok. Biz bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz. Başkalarına inat böldürtmeyeceğiz! (3)
Yanlış yer ve zamanda söylenen doğru sözlerin bedelini ağır ödedi. Vıcık vıcık bir ödül töreninde ihanetin fitili ateşlendi. Tabaklar çatallar havada uçuştu. Smokinli bir takım erkeklerle, tuvaletli bir takım kadınlar ayağa fırlamış, isterik bir şekilde bağırıyor küfrediyorlardı. Tüm bu isyan, bir masada oturmuş, şaşkın bir şekilde çevresine bakan bıyıklı, esmer bir adamaydı. Masaya bardaklar, çatallar atılıyordu. O, “içimde ölen biri var” derken belki de yüzlerce yüzsüze kurşun sıkıyor ve yine aynı suskun çoğunluğa sesleniyor, yanında olup susan, susup ta konuşmayanlarımıza dokunuyordu.
Acılar insanı kaya gibi yapar, şarkılarsa yumuşatır. Şarkıları; silahlardan, küfürlerden, politik söylemlerden çok daha etkili oldu gönüllerde…
“Sorgucular” parçasında dediği gibi; Kimileri hep suçluyor, kimileri hep sorguluyor onu, yaralı yüreğine kara çalıyordu. O ise “Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla ve tarihle yargıla” derken sanki sistemin tellerinden kurtulamayan binlerce insan adına sesleniyordu “hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar” diyerek dudaklarıyla, manşetleriyle saldıranlara sazı ve sözüyle, yüreğiyle cevap verdi.
Pek çok seveni olsa da o, bir zamanların anlaşılamayan adamı oldu.
“Avrupa’da söylüyorum. Yaz da olsa kış da olsa fark etmez. Ben geceleri çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil. Sorun yorgansız oluşum sorunu da değil. Beni üşüten tek şey var. Ben vatansızlıktan üşüyorum! Ve bizi kendi ilişkilerimizde, kendi dünyamızda o küçük ama o güzel o namuslu dünyamızda hapseden, bizi vatanımızdan yerimizden ve yurdumuzdan eden bütün insanlara söylüyorum. Bir gün mutlaka döneceğiz. Ama öyle, ama da böyle…”
Ahmet Kaya, devletin bugün Kürtçe yayın yapan bir kanal açtığı, demokratik açılım süreci içerisine o yıllara önce şarkılarıyla dahil olmuş, Kürtçe şarkıların da bulunduğu bir albüm yapacağını ifade etti. Tek derdi biraz daha özgürlüktü. Bugün yapılmak istenenler ona göre o gün yapılmalıydı. Fakat o, sadece bir sanatçıydı, iktidar değildi. Onun iktidarı gönüllerdeydi. Ama kimse yapılan saldırılara dur diyemedi. Milliyetçilik insanlıktan daha fazla pirim yapıyordu çünkü ve evrensel değerler tellere takılıydı uzun bir süre.
“Bir gün birileri nasılsa Kürt asıllı olduğu için Kürtçe bir tek şarkı söylemek isteyen bir adamın hiç bir ülkeyi bölmediğinin öyküsünü yazacak ve bu öyküyü okuyanlar şarkı söyleyen insanlardan ve şarkılardan korkulmaması gerektiğini anlayacaklardır… Yüreğim ve beynim, yaşadığım sürece dünyanın her yanında acılar çeken halkların yanında olacak. Bunu yaparken sadece kendimden güç alacağım. Bunun bedeli beni yaşadığım topraklardan, ülkemden, halkımdan, işimden, ailemden, sevenlerimden koparmak bile olsa, ben ceketimi daima yağmurlara asacağım.”(4)
O, kanununu başta açıklamıştı:
“Kırmızı rujlu sokakların, Aşağılık pazarlıkların, Adı anılmayacak benle. Bir çiçeğim halk ormanında, Fışkırdım, başkaldırıyorum!”
Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerinde, koca bir faşizme karşı gerçek anlamda tek başına direndi. Onu yurt dışına çıkartan sebep artık suç sayılmıyor Türkiye’de. O ise bir daha kimsenin, bir şarkı söylemek istediği için sürgüne yollayamayacağı, sürgünü olmayan bir dünyaya gitti. Bir daha asla kimsenin hiç bir yere yolcu edemeyeceği bir diyarda şimdi!
Ülken tahammülsüz, mizacın hırçın olduğu için kavgan da isyankar şarkıların gibi hiç bitmedi!(5)
Hoşçakal uyuyan Ölü’m!
Hoşçakal gözüm!
Ağladıkça dağlarımız yeşerecek mi?
“Elimde değil, susamıyorum…”
……..
[1] Ahmet Kaya’nın sürgünde yazmayı planladığı ancak yayınlayamadığı öykü kitabının ismi.
[2] Uçurtmam Tellere Takıldı Belgeseli, Dak: 35 (http://www.youtube.com/watch?v=AcS6Bc_BcBk)
[3] Uçurtmam Tellere Takıldı Belgeseli, Dak: 39
[4] Ahmet Kaya’nin Paris Basin Toplantisi, 1999
[5] Eyüp Can, Zaman Gazetesi/18 Kasım 2000