Beethoven’da Demokrasi Olmaz…
“Beni bir saldırgan sananlar, dik kafalı ya da insanlardan
kaçtığımı sananlar, bana karşı ne kadar da adaletsizdirler.
Çünkü benim böyle davranmamdaki gerçek nedeni bilmiyorlar.
Benim için “Daha yüksek sesle konuş! Bağır! Ben sağırım” demek mümkün değil…
Eğer sayısı çok olan düşmanlarım bende herkesten daha iyi olması gereken,
mükemmel olması gereken bir yetinin eksik olduğunu bilirlerse nasıl yaşayabilirim ki?”
(Bu yazı 4 Aralık 2011 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Haydn, Handel, Bach ve Mozart’ın ölümsüz ürününün varisidir Ludwig Van Beethoven.
8 oğlu olan, fakat bunların hepsinin de özürlü olduğu alkolik bir baba ve veremli bir annenin oğlu olarak 1770 yılında Bonn’da dünyaya geldi. Akşamları eve sarhoş gelen babasından her gece dayak yiyordu.
Sıkıntılı müzik eğitiminde öğretmenleri ondan memnun değiller ve onu keşfedememişlerdi. Ona bestecilik öğretmekte olan Albrechtsberger, “Beethoven şimdiye kadar bir şey öğrenemedi” demişti; “Bundan sonra da öğreneceği yok. Besteci olarak ben onda en küçük bir ümit dahi göremiyorum.”
Henüz 12 yaşındaydı. Saray müzisyeni olan babası bile saraya, onun 9 yaşında bir deha olduğunu yalanını söylüyordu.
“Bir gün gelecek, bütün dünya ondan bahsedecek”
Beethoven, başlarda besteci olarak değil piyanist olarak adını duyurdu. Mozart’la çalışmak için Viyana’ya gitti. Orada bir süre Mozart’tan ders aldı. Beethoven’in kabiliyetini keşfeden ilk müzik öğretmeniydi Mozart.
Bir gün Beethoven evinde piyano çalarken Mozart onu odadaki dostlarına göstermiş ve:
“Bu çocuğa dikkat edin” demişti.
“Bir gün gelecek, bütün dünya ondan bahsedecek.”
Beethoven’in annesinin hastalığı ise günden güne artıyordu. Vereme yakalanmış olan genç kadının durumu ağırlaşınca Beethoven tekrar Bonn’a döndü. Birkaç gün sonra ise hasta kadın oğlunun kolları arasında son nefesini verdi. Beethoven, hayattaki tek dayanak noktası olan annesini kaybedince çılgına döndü. Annesinin ölümünden sonra Beethoven Viyana’ ya geri döndü ve hayatının sonuna dek orada yaşadı. Geri döndüğünde Mozart’ın da ölmüş olduğunu öğrenecekti.
Hayatın dikenleri onda derin yaralar açtı. Bu yüzden o, sanatına sıkıca tutundu.
“Müzik, sağır bir kulağa konuştu”
Hiç kuşku yok ki o dönemde “Müzik, sağır bir kulağa konuştu. Ona… Onu duyamayan kişiye…”
O, müziği kalbine taşıdı. İlk müzik öğretmeni olan alkolik ve acımasız babası çok sertti ve onu defalarca dövdü.
Kendisini dış dünyaya kapattığı için ona “saldırgan” dediler, “deli” dediler, “hissiz” dediler.
Oysa “en iyi bıçaklar, en çabuk körelen, bükülen ve kırılanlardır!”
“Beni bir saldırgan sananlar, dik kafalı ya da insanlardan kaçtığımı sananlar, bana karşı ne kadar da adaletsizdirler. Çünkü benim böyle davranmamdaki gerçek nedeni bilmiyorlar. Benim için “Daha yüksek sesle konuş! Bağır! Ben sağırım” demek mümkün değil… Eğer sayısı çok olan düşmanlarım bende herkesten daha iyi olması gereken, mükemmel olması gereken bir yetinin eksik olduğunu bilirlerse nasıl yaşayabilirim ki?”
Beethoven’ın müziği tehlikeli derecede tutkuludur. Eserlerinde iniş-çıkışlar, coşkulu patlamalar görülür. Hatta onun bu tarifsiz tutkulu müziği için kimileri, küçükler için müstehcen ve sakıncalı olduğuna inanırdı.
“Benim bir parçamı almış olmana rağmen hâlâ senin yaptıklarını yapabiliyorum!”
Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuş ve yazarak insanlarla diyalog kurmaya başlamıştı. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilemedi. Beethoven’ın bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelemesi, dikkate değer bir olaydır. Hatta hepimizin çok iyi bildiği 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiştir. Hatta bu senfoni ilk çalındığında Beethoven sahneye çıkar ve yukarıyı göstererek “Benim bir parçamı almış olmana rağmen hâlâ senin yaptıklarını yapabiliyorum!” diye bağırır. Ölmeden önce ise şöyle der: “Cennette duyacağım!”
“Tanrı onun kulağına fısıldıyordu”
Dehası bedenine dar geldiği anlarda kendini doğaya atan, orada duymayan kulaklarıyla tanrının fısıltısını duyan, ölümsüzlüğe bir ölümlünün yaklaşabileceği kadar yaklaşmış bir Beethoven vardı aslında… Doğadaki tüm sesleri, herkesten iyi duyabiliyordu. Tanrı, onun kulağına fısıldıyordu. Ne zaman ki bu hırçın adam piyanosunun başına geçiyor, işte o zaman her şey değişiyordu. Kısacık parmaklarıyla piyanonun tuşları üzerinde harikalar yaratıyordu.
“Devam edin; sanatı yalnız uygulamayın onun kalbine nüfuz edin; bunu hak ediyor, çünkü sadece sanat ve bilim insanı tanrısallığa yüceltebilir” diyordu Beethoven.
Onu diğer sanatçılardan ayıran bir başka özelliği de, hiçbir zaman Mozart ya da Haydn gibi bir aristokrata bağlı çalışmamasıydı. Onun cumhuriyetçi, özgürlükçü ve devrimci yapısı, onu önceleri Fransız Devriminin Generali olan Napolean’a hayran bıraksa da, Napoleon’un zaferden sonra kendisini imparator ilan etmesi, dünyayı fethetmeye başlaması, bir prenses ile evlenmesi ve bir saraya yerleşmesi, Beethoven’da hayal kırıklığına sebep olmuştur. Napolean, “İnsanları kralların zorbalıklarından kurtardığını söylüyordu. Ama o Satürn’dü ve kendi çocuklarını yutuyordu.” Herhangi bir aristokrattan farklı olmadığını kanıtladı. Beethoven, Eroica olarak da bilinen 3’üncü senfonisini, Napolyon’a adamış, ancak daha sonra pişman olup bu adamayı geri almıştır.
Ölümsüz Aşk
Ömrü boyunca birkaç kadını sevmesine rağmen hiç evlenmedi. Bunlar içinde evlenmeye en çok yaklaştığı ve en çok sevdiği Ölümsüz Aşık’tır. Sevdiği kadına kendini bütünüyle veren Beethoven, Diabelli Varyasyonları’nı Ölümsüz Aşkı’na adamıştır.
Beethoven’da Demokrasi Olmaz
Büyük deha, 1827’de Viyana’da öldü. Yalnız yaşadı ve yalnız öldü. Vasiyeti, “Tüm müziğim ve mülkiyetimin tamamı, tek varisim olan ÖLÜMSÜZ AŞKIMINDIR” şeklindeydi. Heybetli büstleri ve güzel resimlerinin yansıttığının aksine çok çirkin bir adamdı.
Kendisinin de dediği gibi “insanlar arasında iyilikten başka hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin olmadığı yerde, ne büyük sanatçı, ne de büyük mücadele adamı vardır. Orada var olan, zamanın yok ettiği, içleri boş yaratıklardır. Bütün mesele, büyük görünmek değil, gerçekten büyük olmaktır.”
Acı dolu yaşamı, Beethoven’ın müziğinde sükûnete, barışa ve neşeye yer bırakmamıştır.
Bu sebeple “BEETHOVEN’DA DEMOKRASİ OLMAZ!”