Beşiktaş Yeryüzünün En Gerçeküstü Takımıdır!
“Hayatın, insan kalbiyle düzen arasındaki
bir çatışma olduğunu gördüm…”
Zeki Demirkubuz
(Bu yazı ilk kez 3 Haziran 2012 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır. )
Yazar/Redaksiyon: Volkan Durmaz
Biraz sürrealizm, biraz Beşiktaş, biraz Zeki Demirkubuz, biraz sayko derken kafamda hayata Beşiktaş’tan bakan bir yazı yazmak geldi. Ama Zeki Demirkubuz’un gözbebekleriyle…
Ne de olsa ülke ruhta bölünmüş, fizikte bahanesini arıyordu…
“Ne olacak bu Beşiktaş’ın hali?” derken Demirkubuz’un kendi başlığını kullanma fikrinde tereddüt etmedim: “Beşiktaş yeryüzünün en gerçeküstü takımıdır!”
O gerçek bir Beşiktaşlı… Beşiktaş’ın maçlarını kendine ait locasından değil kendini ait hissettiği Kapalı’dan seyrediyor. Beşiktaş’a, futbola ve sinemaya ait tüm merak edilenleri sineması gibi sahici bir dille cevap verirken ekliyor:
“Bütün suçlarına, günahlarına, kabahatlerine rağmen bence futbol olgusundaki en masum kitle hâlâ taraftarlardır.”
“İlkokuldan beri Beşiktaşlıyım. Şampiyon olduğumuzda Denizli Atatürk Stadı’ndaydım. Tribünde bir genç dikkatimi çekti. Toraman golü atınca gözleri dolarak tişörtünü çıkarıp bayrak gibi kaldırdı. “Din iman, Beşiktaş ulan” yazıyordu üstünde.
Denizli’den dönerken uçak inişe geçtiğinde Beşiktaşlılar üçlü çekiyordu.
“Beşiktaş bu zor ve kıyıcı ülkede hayata tutunma, onu anlamlandırma sanatıdır.”
“Beşiktaş hayatımdaki birçok şeyin önüne bile geçti diyebilirim. En az sinema kadar…”
Ben Beşiktaş’ı bizim ülkemize benzetiyorum.
Beşiktaş bir insanın hayatında derdini, çocuklarını, sevdiklerini, ülkesini düşünmesi gibi bir boyuta geldi. Bu aslında iyi Beşiktaşlıların ya da Beşiktaş’a önyargısız bakabilen “Bu Beşiktaşlılar nasıl insanlar?” ya da “Bu Beşiktaş nasıl bir kulüp?” diye biraz merak eden insanların da hissedebileceği bir şeydir. Çünkü ben Beşiktaş’ı bizim ülkemize benzetiyorum. Bir sürü şeyiyle, karakteriyle, ruhuyla, akıldışı yanlarıyla, kaderiyle filan böyle bir bağ var. Yalnız kötü ve şikâyet edilebilir bir şey değil bu. Bu hayatın diğer alanlarında memnun olmadığım, kendimi oraya ait hissetmediğim, hatta değersiz olduğunu düşündüğüm bir sürü şeyden kurtulmamı sağlıyor.
Hiçbir Beşiktaşlı takımın şampiyon olacağını tahmin edemez. Beşiktaş yeryüzünün en gerçeküstü takımıdır. Karakterdir, akıl dışıdır, ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Her sezon her şey olabilir. Şampiyon da olabiliriz, bu şampiyonluk burnumuzdan da gelebilir…
Futbol, ki benim için futbol demek Beşiktaş demektir, tek başına aslında çok da özel bir değer taşımıyor. Ancak Beşiktaş söz konusu olursa bir anlamı oluyor. Bunu bir film ismi olarak düşünürsek bu bir hayat duygusu demektir. Söyleyebileceğim, indirgeyebileceğim tek kelime “hayat”tır. Zaten hayat kelimesini gündelik kullanımda da çok severim. Hatta bazı hikâyelerimin adını hayat koymayı düşünmüşümdür. Dediğiniz gibi bir film olacak olsa hayat ismi çok üstüne düşeceğim bir isim olurdu. Bir de statta maç izlerken, tribünlere ya da sahaya baktığım zaman elbette oradaki anı, kurguyu, başarı, başarısızlık, sevinç, keder onları yaşıyorum ama bunun dışında da bazen kendime soruyorum‚ “Bu ilgi neden, nereden geliyor?” diye. Bulduğum tek şey, bana verdiği hayat duygusu. O yüzden ben zaten futbolu, hayattan ayırmıyorum.
“Beşiktaş beni yeniden hayata döndürdü”
Beşiktaş beni yeniden hayata döndürdü. Hayatla yeniden başka türlü, daha hayat dolu bağlar kurmamı sağladı. O yüzden Beşiktaş’la ilgili günümüz futbolunda insanların beklentileri üzerinden bir ilişkim yok. Beşiktaş ikinci lige düşse, ben bundan herhangi bir şey kaybetmem. Zaten skorları yenmesi, yenilmesi, benim için neredeyse aynı değerde. Hatta yenilgileri ve sorunları bütün bu süreçte onunla daha büyük bağlar kurmama sebep oldu.
İşte böyle tanımlıyor Zeki Demirkubuz Beşiktaş’ı… Ustadan öğreniyoruz ki, ne pahasına olursa olsun aşkla sevmektir Beşiktaş…
“Ne olacak bu Beşiktaş’ın hali?
Demirkubuz’a “Ne olacak bu Beşiktaş’ın hali? Diye sorulur zaman zaman. Üstadın verdiği cevap ilginçtir.
“Beşiktaş’ın halinde bence bir şey yok. Yenilse de ben memnunum. O da sorun değil çünkü biz ona da alışkınız. Ben zaman zaman Beşiktaş’la ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum. O hevesle oturuyorum yazmaya, bir anda aklım başka şeylere gidiyor. Sonra şöyle bir durum geliyor aklıma; gerçekten ülkenin gidişatıyla Beşiktaş’ın gidişatı inanılmaz benziyor ve bence bir gün şuradan şöyle bir duruma vardım:
İnsan kendini yok ederek var edebilir mi?
Bu Ruslar nasıl bir toplum diye bana sorsalar, kendilerini yok ederek var olan bir toplum olduklarını düşünürüm ben Rusların… Bu akıl dışı bir tanım gibi gelebilir ama Rusya tarihine bu göze bir bakarsak, böyle bir şeyi görebiliriz yani insan kendini yok ederek var edebilir mi? bunun en iyi örneğidir Rusya. Bu benim zihnimi açtı. Bakarsak, bunu görürüz ve bu adamlar belli bir dönemde toplanırlar, çok güçlenirler sonra canları sıkılır. Arkasında somut nedenleri de yoktur. Sırf canları sıkıldığı için –belki de Dostoyevski de Yeraltından Notlar’da bunu anlatıyordu- yıkarlar, sonra yeni bir kurtarıcı beklerler, sonra bu kurtarıcı mutlaka gelir ama… Yani her dönemde… Çar 2’nci Alexander olur, Lenin olur, Stalin olur, Gorbaçov olur, Putin olur, ama bu kurtarıcı mutlaka gelir Rusya’ya… Bu benim daha iyi bir dünya projeleri meselesinde üzerine düşünürken en çok kafama takılan meselelerden bir tanesiydi.
Kendini yok ederek yada acı çekme yoluyla kendini var etme meselesi…
Ben, Türklerin belli farklılıklar olmasına rağmen, bu anlamda Ruslara en yakın topluluk olduğunu düşünüyorum. Türk insanının da bence böyle bir yanı var. Bu, insanın doğasında da var böyle bir yanı. Yani; bir yanıyla kendini yok ederek yada acı çekme yoluyla kendini var etme meselesi, yine Dostoyevski’nin ısrarla vurguladığı şey: “Kurtuluş, eylem yoluyla değil acı çekme yoluyla gelecektir” meselesi…
Buna böyle biraz daha esnek bakarsak ben böyle şeylerin olabileceğini düşünüyorum.
Türkiye’de de özellikle Beşiktaş’ın da kesinlikle böyle bir yanı var. Belki bazı arkadaşlar duymuşlardır. 12 sene üst üste şampiyon olamadığı bir dönemi vardı ve Beşiktaş’ın bittiği bir dönemdi. Birçok araştırmaya göre taraftarının çığ gibi büyüdüğü bir dönemdir. Yani bunu akli olarak çözemeyiz. Burada akıl dışı bir durum var. Acıyla kendini var etme, yok ederek kendini var etme gibi bir şey. Ben bütün bu akli fikirlerimin dışında işin böyle bir yanı da olduğunu düşünüyorum ve Türkiye’nin de böyle bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Kötülük bir insanın yada bir toplumun var oluş nedeni olabilir mi?
Şunu bana kimse 10-20 sene önce söyleyemezdi. Yani tüm Ergenekon davasıyla ilgili söylemiyorum ama mesela Veli Küçük ve bazı adamların, bir gün islâmi bir hükümet gelecek ve bu adamları tutuklayacak deseler hayatta inanmazdım. Böyle acayipliklerin olduğu bir ülke… Belki de elbette bunu akli bir biçimde söylemiyorum ama zaman zaman şöyle düşünüyorum ve kötülüğe de artık bir anlama böyle bakıyorum; acaba kötülük bir insanın yada genel olarak bir toplumun var oluş nedeni olabilir mi konusu uzun zamandır düşündüğüm şey.
(Bu yazı, Yönetmen Zeki Demirkubuz’un Beşiktaş hakkındaki yazı, röportaj ve söyleşilerinden derlenmiştir.)