Zeki Demirkubuz Sinemasında “KÖTÜLÜK” Kavramı…
(Bu yazı, ilk olarak Notlar Dergisi’nin 2017 yılı 8. Sayısında yayınlanmıştır.)
“Ben insanın en keskin nedametler, en büyük pişmanlıklar yaşarken bile yeni günah kapılarını merak edecek kadar alçak ama aynı sebeple heyecan verici bir varlık olduğunu düşünen biriyim. Bir şeyi en samimi şekilde itiraf eden adam bile, bu sırada yeni bir suçun hayalini kuruyor ve bu yüzden itiraf ediyor olabilir. Benim gibi bir kötünün ve sorgucunun hiçbir sınırı yoktur.”[1]
Bu makalede sanatıyla Türk Sinemasında farklı bir yerde duran Zeki Demirkubuz’un filmlerinden hareketle, eserlerine hâkim olan ‘kötülük’ kavramının kavramsal tartışması yapılacaktır. Yönetmen Zeki Demirkubuz’a göre ‘Yaşamın esası ihanettir, kötülüktür… İyilik, güzellik, sadakat ise bir çözüm arayışı olarak ortaya çıkmıştır.’ Ona göre insan doğasını kazırsak ulaşacağımız yer yaradılıştaki sakatlıktır. Demirkubuz da sinemasını bunun üzerine oturtmaya çalışır.[2]
Demirkubuz’a göre tüm dinler ve ideolojiler de insanın iyilik arayışının bir paçası, bir sonucu olmakla birlikte yaşamın ve insanın, dünyanın doğasında da şöyle bir bozukluk vardır; iyilik dediğimiz şey iyilik olarak kalmaz ve mutlaka kötülüğe dönüşür.
İngiliz romancı, şair ve oyun yazarı Lawrence Durrell, “Justine” isimli eserinde “kötülük ayartılmış iyiliktir” der. İnsan da hayat boyunca hep bir iyilik arayışı içindedir ve öyle ya da böyle bu iyiliğin icadı, tekerleğin icadı kadar mutlak ve kaçınılmazdır. Dolayısıyla ayartılmış iyiliğin peşinde çektiğimiz acıların sebeplerini anlamak konusunda da bu iyilik arayışının bir parçası olan dinler ve ideolojiler bir ölçüde insanlığın ayak bağı haline gelmektedir.
Zeki Demirkubuz’un filmlerinden yola çıkarsak, İtiraf’ta eşinden şüphelenen Harun için Demirkubuz, “şüpheden öte kötülük bile çoğu zaman gücü, arayışı, süper egosu olan birini bir kurtuluşa götürebilir” der. Kötülük, besler; çünkü hayattaki kötülükleri, yoklukları, felaketleri karşılama gücüne sahip insanlar ve toplumlar buradan daha iyi hayatlar çıkarabilir. Demirkubuz, Hz. Hamza’nın başlangıçta, çok kötü, güçlü ve zalim olduğunu, ama “güçlü süper egosu” olan birisi olduğunu, içinde onu rahat bırakmayan soruları karşılayabilecek güçte olduğu için de bunu geliştirebildiğini ve imana vardığını belirtir. Demirkubuz’a göre hayattaki kötülükleri, yoklukları, felaketleri karşılama gücüne sahip insanlar ve toplumlar buradan daha iyi hayatlar çıkarabilirler.[3]
Kıskanmak filminde Seniha’nın ağabeyine ve Mükerrem’e duyduğu nefreti ikiyüzlü bir biçimde saklamasına, bu nefretin zamanla “kıskanma” duygusuna dönüştüğüne şahitlik ediyoruz ve tüm bunların Seniha’nın çirkinliğiyle bağlantısını kurmaya çalışıyoruz. Daha sonra kötünün kaynağını güzelde arıyor ve Seniha’nın çirkinliğinin nedenini, Halit’in ve karısının güzelliğinde keşfediyoruz. Bu da karşımıza “nedensiz kötülük” kavramını çıkartıyor. Demirkubuz, insanoğlunun nedensizce de kötülük yapabileceğine, bunun doğasında olduğuna inanıyor. Seniha’nın kötülüklerinde bir neden aramayı bırakıyoruz çünkü Seniha’nın “nedensiz” iyiliklerini de açıklayamıyoruz.
Peki ya Yazgı..! Yazgı’nın Musa’sı annesinin ölümüne neden hiç üzülmez!? Haksız yere cinayetten yargılanıp öleceğini bile bile neden kendini savunmaz? Peki, neden cinayetten dolayı suçsuz yere hapis yattıktan sonra tahliye edildiği için değil de, Tanrı’ya olan inancı ve olaylara karşı kayıtsızlığı ile sorgulanır? Baştaki kötülüğün kaynağını sondaki sakat düşünce doğurmuyor mu?
Demirkubuz’a göre kötülüklerin de iyi olduğuna dair bir şey var. Yönetmen, bunu ifade etmek için ise Ecinniler’deki Stavrogin karakterini örnek gösterir. Şöyle ki; Stavrogin, biriyle konuşurken “her şey iyidir” der. Onu dinleyen “nasıl iyidir, her şey iyi olabilir mi?” diye ekler. Yazgı’daki savcı sahnesinde de bir anlamda “her şey iyidir” diyor “hayatta”… Adam “şu da mı iyidir?” diyor “O da iyidir” diyor. Derken “bir çocuğa tecavüz etmek de mi iyidir?” diye ekliyor; “çocuk için kötüdür ama tecavüz eden için iyidir” diyor ve ekliyor; “Ama tecavüzcünün kellesini koparmak da iyidir.” Kötülüğü savunmak için söylenmiyor bunu; öyle ya da böyle gerçeğin her şeyin üstünde olduğunu anlatmaya çalışıyor. İyilik ya da kötülüğün de üstünde… Biz istesek de istemesek de çocuklara tecavüz ediliyor, insanlar öldürülüyor, kötülük doğuyor/oluyor…
Toplamda baktığımız zaman ise bunların hepsi yaşam denilen o iyi şeye ulaşıyor. Tarihsel olarak baktığımız zaman hepimiz cinayetlerin, cesetlerin üzerinde geziniyoruz; büyük katliamların, büyük savaşların, büyük acıların üzerinde oturuyoruz. İşte Demirkubuz’a göre göre de bugün kendimizden biraz memnunsak bunun altındaki en büyük şey de bu acı…[4]
Demirkubuz, insanoğlunun çektiği acıyı anlamak için pür gerçeğe inanmanın, bütün rolleri ve inançları bir kenara bırakmanın ve her şeyden önce meseleyi anlamaya çalışmanın gerekliliğine inanıyor. Bu da soru soran, sorgulayan ve merak eden -kendisi gibi- inançsızlara kalmaktadır. Bunu yapabilmek için insanın bir anlamda inançsızlaşması, insanın kendisine biçilen rolleri bir kenara atabilme gücüne sahip olması gerekmektedir. Ona göre bu görev de felsefecilere, sanatçılara, meraklılara kalan bir durumdur.[5]
Onuncu filmi ‘Bulantı’ ile insan ruhunun kötülükle yakın temasını, yine aynı kötülüğün bir yansıması olarak yaşananlar karşısındaki kayıtsızlığı, soğukkanlı görünme hali, ama öte yandan da kötücül insanın içini yavaş yavaş kemiren vicdan olgusu etrafında şekillendiren Zeki Demirkubuz, filminde kötülük olgusunu bir burjuva aydını üzerinden aktarıyor. Nihayetinde küçük bir burjuva olmasına rağmen Ahmet karakteri de yetiştiği toplum gibi hastalıklı, sakat, gürültülü, ihanet sahibi, kötü ve taşıdığı tüm duygusuzlukla son derece “erkek” tir.
İnsan iyi olduğu kadar, kötüdür. Dolayısıyla bu anlamda Demirkubuz’un arayışı da en azından şahsiyetli “kötülük” arayışıdır. Türkiye’de neredeyse pek çok konuda, alçaklığın, ikiyüzlülüğün ve riyakârlığın olduğu gibi kötülüğün de kabullenilmiş bir hal aldığını belirten Zeki Demirkubuz,[6] kötülüğün -yapılacaksa bile- şahsiyetli bir şekilde yapılmasını şu sözleriyle savunuyor:
“Ben, bana kötülük edende, bana düşmanlık eden insanlarda bile aradığım tek şey var; bu yaptığının şahsiyetli bir şekilde yapılması ve kızsam da nefret bile etsem dış duygularımla içimde bir saygı uyandırmasıdır.”[7]
Kötülük bir insanın ya da bir toplumun var oluş nedeni olabilir mi? Kötülüğün artık insanların ve toplumların olmazsa olmaz bir parçası olduğuna değinen Demirkubuz’un kötülüğü çaresizce kabullenişini “acaba kötülük bir insanın ya da genel olarak bir toplumun var oluş nedeni olabilir mi konusu uzun zamandır düşündüğüm şey…” sözlerinden anlayabiliyoruz.[8]
Demirkubuz’a göre insan, akli olduğu kadar akıl dışı olmasıyla, değerleri kadar arzularıyla, nedenleri kadar nedensizliğiyle de insandır. İyiliğinin yanı sıra kötülüğü de buradan gelir. Kötülüğünün köklerini besleyen çektiği acıları, anlaşılması hiçbir şekilde mümkün olmayan doğasında gizlidir.
Kor filmini ele aldığımızda ise Demirkubuz, hepimizin zaman zaman yüzleştiği çelişkileri, kıskançlığı, elbette iletişimsizliği, evlilik kurumu içindeki ´uzaklığı´ ve pek tabii insan doğasının kötücül sınırlarını zorlayarak filmine işlerken, hiç kuşkusuz hepimizin kendimizi sorgulamasını da sağlıyor. Bir anda hepimiz o karakterlerle boğuşuyor buluyoruz kendimizi…[9]
Yönetmenin belirttiğine göre Kor filminin ilk kurgusunda Cemal’in ölmemiş ama yüzü parçalanmış olan Ziya’yı ziyarete gittiğini, yüzü parçalanmış ve artık erkek olarak rakibi olmaktan çıkmış olmasını, bu ikiyüzlülük durumu içerisinde karısına bunu ballandıra ballandıra ve biraz da üzülmüş gibi yaparak anlatması durumu, bir anlamda toplumun kötülüğe evrilen o gizli hainliğini yansıtmaktadır. Demirkubuz, bu duygunun kaynağı olarak ise, bu ülkede o kötülükle büyüdüğü için bu kötülüğü tanıdığını ifade eder. Çünkü ona göre insanın dışında halledilen konular içlerinde o kadar da kolay halledilmiyor. Bu da kötülüğün bir anlamda besini oluyor.
Aşk, acı, öfke, suç, kader, ihanet, umursamazlık, diğerini yok ve hiçe sayma, zaaflar, çürüyen ahlaki değerler, şiddet karşısındaki suskunluk, ölüm ve terk ediliş karşısında tepkisizlik gibi insanın ve aslında yaşamın karanlık tarafının görünümlerini içeren duygular, hikâyesini bunlar üzerinden kurgulayan bir yönetmen için önemlidir. Demirkubuz’un iyilik ve kötülük gibi varoluşsal konuların etrafında dönen hikâyeleri de insan olma hallerini anlatır. Bunlar kötülüğün ahtapot kolları olan kavramlardır.
Yönetmenin kötülüğü insanın duygularından biri olarak değil adeta yaratılışının temel yapıtaşı kabul eden bu yaklaşımı, kimilerine göre ‘iyi’yi tümden göz ardı ederek olan biteni bütünüyle ‘kötü’nün penceresinden seyirciye sunuyor.[10]
Sonuç olarak; insanı var edenin acılar olduğunu söyleyen Zeki Demirkubuz, hayatı irdeleme noktasında kötülüğü anlatmayı iyiliğe tercih ediyor; çünkü bunun daha güçlü olduğunu düşünüyor. Zaten onun hikâyelerindeki karakterler de kötülüğe yazgısal bir güçle itilmişler karakterlerdir.
Zeki Demirkubuz sineması; iyiliği ve kötülüğü anlamaya çalışan, iyinin ve kötünün değişimini ortaya koyma çabası içine giren ancak her durumda tüm bu ayrımların belirsizliğinin önemle altını çizen bir anlayışla, iyi ile kötüyü yaratan dünya üzerine odaklanır.[11]
Demirkubuz, Nihal Bengisu Karaca’ya (2001) verdiği bir röportajda kötülük ile olan bağını da şu şekilde açıklamaktadır:
“…bizi meraka teşvik eden kötülüktür. Kötülüklere bakarken ya da onlar nedeniyle acı çekerken başlar anlama çabası. Bu anlama çabasının kaynağı olması nedeniyle kötülük olgusuna ilgi duyduğumu söyleyebilirim. Hatta daha da ileri gidip bugün insan hayatına yön veren anlamların tümünün kaynağında kötülük olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim… Her şey kötülükle yüzleştiğimiz anda bir soru olarak ortaya çıkıyor, ya da bir kuşku olarak beliriyor. Kötülük son derece sorgulayıcı ve insani olmanın anlamını belirleyici bir şey.”[12]
Zeki Demirkubuz’a göre, bir hikaye unsuru ve tercih olarak kötülük, hayatı anlamlandırma ve sorgulamada iyilikten çok daha güçlü bir aracıdır. Onun filmlerindeki karakterler de genellikle kötülüğe kaderin yarattığı bir çıkışsızlık içinde bulaşmış kişilerdir. Bu sebeple onun karakterlerinde iyiyi kötüden ayırmak da zorlaşmaktadır.
[1] Evrim Altuğ’un Zeki Demirkubuz Röportajı, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Eylül 2015. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sokak/376559/_ikiyuzlulugun_adi_sagduyu_.html
[2] Çınar Oskay’ın Zeki Demirkubuz Röportajı, Hürriyet Gazetesi, 28 Eylül 2015.
http://www.hurriyet.com.tr/nuri-bilgeyle-2006dan-beri-konusmuyoruz-30167524
[3] http://www.zekidemirkubuz.com/Content.aspx?ContentID=36
[4] http://www.zekidemirkubuz.com/Content.aspx?ContentID=36
[5] Zeki Demirkubuz Söyleşisi, 15. New York Türk Film Festivali, 1 Nisan 2016.
[6] Cem Zamur’un Zeki Demirkubuz Röportajı, Türkiye Futbol Federasyonu. http://www.tff.org/default.aspx?pageID=286&ftxtID=2788
[7] “Acı çekmek, bir sevme halidir” Volkan Durmaz, 30 Ağustos 2012. http://www.magaradergisi.com/yeni/index.php/35-magara/sanat/399-qaci-cekmek-bir-sevme-halidirq#_ftn11
[8] “Yeryüzünün en gerçeküstü takımı”, Volkan Durmaz, 3 Haziran 2012, Mağara Dergisi. http://www.magaradergisi.com/yeni/index.php/38-magara/portreler/392-yeryuzunun-en-gercekustu-takimi
[9] Kor, Volkan Durmaz, 3 Mayıs 2016, Mağara Dergisi.
http://www.magaradergisi.com/yeni/index.php/35-magara/sanat/496-kor
[10] “Bu Kadar Kötülük Olmaz” Suat Koçer, Film Arası Dergisi, 25 Nisan 2016.
https://www.filmarasidergisi.com/bu-kadar-kotuluk-olmaz/
[11] Zeki Demirkubuz Sinemasında Şiddet: Masumiyet ve Kader, Pelin Erdal Aytekin, s. 172-173.
[12] Karaca, N. B. (2001) İdeal iyiliğin yolu kötülüğü anlamaktan geçiyor. Aksiyon Dergisi, 363. 17 Kasım 2001.