Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri
“Aşk hiçbir zaman müstehcen olmamıştır.
Aşka karşı tutumdur müstehcen olan… “
Alp Zeki Heper
(Bu yazı ilk olarak 23 Aralık 2012 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Çok çok merak ettiğim ve izleme fırsatı bulamadığım bir filmden ilk kez bahsediyor olacağım. Bu izlenmemiş, izlettirilmemiş bir film üzerine bir yazıdır.
Alp Zeki Heper’in hem yönetmenliğini hem de yapımcılığını yaptığı ve cinsel boyutuyla aşk üzerine bir soyutlama olan film, basılı karelerden görüleceği üzere, alışılmamış mekânlarda geçen, döneminin halet-i ruhiyesinin çok dışında bir yapım özelliğini taşıyor. Heper bahse konu filminde, yeni dalgacılar olarak adlandırılan –ki bunlar da İtalya’nın yeni gerçekçi (Vittorio De Sica gibi) akımından etkilenmişlerdir- akımının öncü yönetmenleri gibi amatör bir kadro ile çalışmış.
Alp Zeki Heper, Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra, hukuk öğrenimi için Cenevre’ye gitmiş, bir yıl sonra okulu bırakarak Fransa’ya geçmiştir. Burada Paris Yüksek Sinema Enstitüsü ’nü (Institut des Hautes Etudes Cinématographiques – IDHEC) bitirir. Okulunun en başarılı yönetmeni seçilir. Paris’te kısa film çalışmalarına başlar. “Bir Kadın” ve “Şafak” isimli iki kısa film çeker.(1) 1963′te Bir Kadın’la IDHEC, Şafak‘la ise hem IDHEC hem Avusturya Kültür Bakanlığı En İyi Film ödülünü alır.(2)
Ödüllü iki kısa filminin ardından “Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri” ni çeker. İşte Heper için –ve bence Türk sineması için- kırılma noktası burasıdır. Karakterlerin cinsel bunalımlarına odaklanan film, Danıştay tarafından yasaklanır (3) ve Heper’in hayatı bu kararın gölgesinde geçer.
Cinsel boyutuyla aşk üzerine bir soyutlama çalışması olan film, Danıştay tarafından yasaklanan ilk filmdir. Filmde Yönetmen Heper, bir kadını üçe bölerek “ensest”, “köle ruhlu” ve “fahişe” kadını yorumlamaya çalışmış, bunu yaparken de şiirsel bir üslup kullanmıştır. Doğaldır ki dönemin diğer yönetmen ve eleştirmenlerinin dikkatini ve tepkisini çekmiştir. Muhtemeldir ki ya anlaşılamamış yada kıskanılmıştır. Nede olsa filmleri, Buñuel etkisi göstermiştir. 1960’lı yılların Türkiye’sinde bu ne cesaret, bu ne cüret… Bunun doğal sonucu olarak Türk sinemasının hâli ortadadır.
Senaristliğini Alp Zeki Heper’in yazdığı filmin görüntü yönetmeni Mengü Yeğin, oyuncuları ise; Halil Türkmen, Marliese Schneiderhan, Ayfer Feray ve Mine Cezzar’dan oluşuyor.
Kuşkusuz bu filmin acı hikayesi, aynı zamanda bir hayatın da acı hikayesidir. Belki Türk sinemasının da… Türk sürrealist yönetmen Alp Zeki Heper’in 1966 yapımı “Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri” hala yasaklı rafından gün yüzüne çıkamadı. Türkiye’de Danıştay tarafından yasaklanan ilk film olma “gururunu” taşıyan filmin günümüzde gösterimine müsaade edilmemesi – Heper’in filmin gösterilmemesi yönünde vasiyeti olduğunu da eklemek gerekir- ayıbını ise yönetmenin ailesi üstlenmiş durumda.
Merak edilen bu filmin perdeyle buluşmasını engelleyen yargı kararlarından ilki Danıştay tarafından 1966’da alındı. 27 yaşında genç bir yönetmenin ilk uzun filmi sinema tarihimize adını bu özelliğiyle yazdırdı. Zamanın ‘Film Komisyon Kontrol Kurulu’ Heper’in filmini ‘müstehcen’ bulmuştu. Danıştay kararıyla filmin gösterimi yasaklandı. Heper bir röportajında;
“Aşk hiçbir zaman müstehcen olmamıştır. Aşka karşı tutumdur müstehcen olan. …özgürlükle baskıyı, şiddeti, işkenceyi karşı karşıya getirmeye çalışmıştım. Anılarla ilgili zor anlatımlı olan bir filmdi. Sevginin, tutkunun, işkenceyi, baskıyı yok etmesini dilemiştim. Özgürlüğün delice bir sevgi olduğunu düşünüyordum. Öyle simgelemeye çalışmıştım özgürlüğü. Müstehcenlikle suçlandım. Altından kalkılması güç bir suçlamaydı bu. Sansürcülere göre delice sevgi üstüne kurulu bütün divan şiirimizi, Yavuz Sultan Selim’in, Baudelaire’in, Breton’un, Eluard’ın tüm şiirlerini toplatmak gerekiyordu. Delice sevgi üstüne kurulu bütün Çin ve Japon siirini yok saymak gerekiyordu. Şaşırmış kalmıştım… En sonunda yazan, yöneten, kurgulayan, görüntüleyen, oynayan, yapımcı ve seyirci de olabilirim. Yani tek başıma da izlemek zorunda kalabilirim filmlerimi…‘Soluk Gece’de aşkla, yani özgürlükle baskıyı, şiddeti, işkenceyi karşı karşıya getirmeye çalışmıştım. Anılarla ilgili, zor anlatımlı olan bir filmdi. Sevginin, tutkunun, işkenceyi, baskıyı yok etmesini dilemiştim.” demektedir bu karara karşılık.
En acı, en berbat film bile gün yüzüne çıkmayı hak eder. 1960’ların başında fantastik, dram, romantik tarzında üstelik sürrealist bir yapıma imza atmış olan Heper’in imzasını taşıyan bu yapım belki de –hala- ailesi tarafından utanç kaynağı olarak görülüyor olacak ki filmi, bir kaç özel gösterim dışında kimse izleme fırsatı bulamamış.
Kuşkusuz ki Heper’in filmi, müstehcenlikten yasaklandı. Sansürün keyfine göre makaslanarak (bazen, bölüm eklenerek) gösterime sokulan filmlerin aksine, Hüseyin Kaşfi’nin ‘Kayıp Kız Ayla’sı ile birlikte, sansürden hiç çıkamayan iki filmden biri oldu.
Yıllar önce çok özel bir gösterimle ‘Gergedan’ dergisi için bir iki kişi, gene bir dosya için filmi izlemişti. Tek kopyası İstanbul Sinema-TV Enstitüsü Arşivi‘ndedir. O arşivdeki filmleri nasıl kıskançlıkla koruduğunu herkesin çok iyi bildiği Sami Şekeroğlu bu vasiyete yıllarca çok sadık kaldı!
Ankara Uluslararası Film Festivali’nde gösterilmesi planlanan Alp Zeki Heper’in 46 yıl önce yasaklanmış filmi Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri’ne bu kez de yasak kızından geldi. 15 Mart’ta başlayan 23. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin katkıları, Heper ailesinin izni ve desteği ile filmin Türkiye’de ilk kez gösterileceği haberinin medyada yer almasının ardından yönetmenin kızı Aslı Heper, Ankara Uluslararası Film Festivali’ne noter aracılığıyla ihtarname gönderip, filmin gösterimine izin vermediğini, aksi takdirde yasal yollara başvuracağını bildirmiş.
İddialara göre, Heper, filmin negatifini Mimar Sinan Sinema-TV Enstitüsü kurucusu ve ilk sinema öğretim üyesi Prof. Sami Şekeroğlu’na şu sözlerle emanet etmiş: “Bunu sana hediye ediyorum. Ama söz ver hiç kimseye göstermeyeceksin. Ömrüm boyunca sana güvendim. Vasiyetimdir, göstermeyeceksin.” Yine iddialara göre, Şekeroğlu, vasiyete uyarak araştırmacılar ve kızı hariç filmi hiç kimseye göstermemiş. Emekli olunca ünversiteye vererek, gösterim kararını üniversite ve varislerine bırakmış. Ankara Film Festivali’nden yapılan açıklamada “Hem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV Merkezi’ni hem de Ankara Uluslararası Film Festivali olarak bizi zor durumda bırakan bu gelişme karşısında Alp Zeki Heper’in anısına saygısızlık etmemek ve bu durumu yargı konusu yapmamak adına, filmi üzülerek programdan çıkartıyoruz” denildi.
Prof. Sami Şekeroğlu bir anısında şöyle anlatıyor: “Bir gün Akademi’de bir sergi açılışında rastladım. Eşini tanıştırdı ve filmini getireceğini söyledi. Birkaç gün sonra “Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri”nin negatifini getirdi. ‘Bunu sana hediye ediyorum. Ama söz ver hiç kimseye göstermeyeceksin’ dedi. Biraz yumuşatmaya çalıştım ama ikna edemedim. ‘Ömrüm boyunca sana güvendim. Vasiyetimdir, göstermeyeceksin’ dedi. O’nu kaybettiğimizi duyduğumda çok üzülmüş ve onun için bir gösteri yapmayı arzulamıştım. Ama söz vermiştim, filmi göstermem doğru olmaz diye vazgeçtim. Araştırmacılar ve kızı hariç hiç kimseye göstermedim. Emekli olduğumda da filmi bu bilgilerle Üniversiteye verdim. Bir ay önce STM Müdüresi Prof. Asiye Korkmaz, Ankara Film Festivali yöneticilerinin filmi göstermek istediğini söyledi. Artık benim böyle bir yetkimin olmadığını, bu kararı verme hakkına Üniversitenin ve varislerinin sahip olabileceğini belirttim.”
Hayal kırıklıklarından sonra, Heper sinemaya uzun dönem mola verdi. Yıllar sonra birkaç yapıma imza atmış olsa da, sansür mekanizması onları da yasakladı. Türkiye’nin sansür tarafından “bıkkın yönetmeninin” yazdıklarının bir çoğunun da yandığı söyleniyor.
Heper “Sonunda, bir senarist, bir yönetmen, bir set tasarımcısı, bir görüntü yönetmeni, bir aktör, bir yapımcı ve bir seyirci oldum. Yani, yalnız başıma filmlerimi izlemek zorunda kaldım.” diyor.
Sıra dışı sinemacı Heper, inandığı sinema uğruna hayatını ortaya koyan bir yönetmen olarak bir anlamda bayraklaşıyor o yıllarda, hikayesi de kulaktan kulağa yayılıyor: “Çok yetenekliymiş, dünyanın en iyi sinema okulu olan Fransa’daki IDHEC’te okumuş. Sıra arkadaşı da Costa Gavras’mış. 1960’larda ne Yeşilçam ne de sinemadaki akil adamlar onu anlayamamış…”
Selim İleri’nin bir anekdotunda şöyle anlatıyor:
“O, deha ve delilik arasında parçalanmış bir adamdı. Sıkıyönetim döneminde (12 Eylül) bir takside rastladım ona. Birden askerlere hakaret bağırmaya başladı ben panikledim. Döndüm ve onlara ‘O deli, ona karşı gelmeyin” demek zorunda kaldım. Ben daha sonra mosmor bir şekilde Beşiktaş vapurunda indim.”
Bu arada Zeki Demirkubuz’un C Blok filminin başında filmini Alp Zeki Heper’e ithaf ettiğini hatırlatmak isterim. Daha sonrasında kimse tarafından duyulmamış olan bu yönetmen, Demirkubuz’a sık sık sorulmuştur.
Paris Yüksek Sinema Enstitüsü ’nde Costa Gavras’la aynı sınıfta okurken okul tarafından “En İyi Yönetmen” diplomasıyla mezun olan Alp Zeki Heper’in Türk sinemasının kayıp dâhilerinden birisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zeki Heper’in trajik hayatını düşündüğümde, zamanında anlaşılamamış bir Yönetmen olduğunu düşünüyor ve üzülüyorum. Daha da acısı bu “deliliğe” itti. Dört uzun, iki kısa, altı film çekti. Kıymeti bir türlü anlaşılamadı. O da filmlerini yaktı.
Sinema anlayışını, “En sonunda yazan, yöneten, kurgulayan, görüntüleyen, oynayan, yapımcı ve seyirci de olabilirim. Yani tek başıma da izlemek zorunda kalabilirim filmlerimi…” sözleriyle ifade eden Heper’in filmleri, karmaşık yapıya sahip olması ve dağıtım ve gösterim şansı bulamadığı için seyirciyle buluşamadı. 9 Ocak 1984′te malign melanoma yüzünden öldü.
(1) Her iki film de, 2006′da 17. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde gösterilmiştir.
http://www.youtube.com/watch?v=WitdSB6emXQ
(2) http://trenkel.blogspot.com/2011/11/alper-zeki-heper-and-two-short-films.html?zx=af7a3e45d08f904e
(3) Danıştay tarafından yasaklanan ilk filmdir. (Filmle ilgili Danıştay 12. Dairesinin 28-3-1967 gün E.966/7481, K.967/481 sayılı kararı.)