Jîn
“Canın acıya acıya gitmek. Her bulma bir çöküş…”
Reha Erdem
(Bu yazı ilk olarak 19 Kasım 2013 tarihinde Mağara Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Muhteşem doğanın huzuru üstünde tedirgin (1) bir bekleyişle başlıyor Reha Erdem’in Jîn filmi… Bir anda Jîn’in çalıların arasından ürkek bakışları, çatışmalarla kesiliveriyor. Bulutların huzurlu hareketleri ve yemyeşil ormanların dinginliği silah sesleriyle bölünüyor. Kertenkeleler ve yılanlar yuvalarına çekiliveriyor.(2)
Dağda bir gerilla hayatı süren Jîn (müthiş oyunculuğu ile Deniz Hasgüler), henüz 17 yaşında, hayata katılmak için çıkışları zorlayan ve bu yolda karanlık ormanları cesurca aşmaya çabalayan, sanki bir ‘Kırmızı Başlıklı Gerilla Kızı’. (3) Örgütten kaçıp şehre ulaşmaya çabalar. Soranlara hasta ninesini ziyaret edeceğini söyler ama anlaşılan o ki savaşmaktan yılmıştır…
“Jîn” Kürtçe “Hayat” anlamına geliyor. (4) Reha Erdem’in “Hayat” diye isimlendirdiği ilk karakter değil bu… “Hayat Var”ın Hayat’ı da tıpkı Jîn gibi çaresizliğin ve anlamazlığın ortasında kendine bir çıkış yolu arayan bir kızdı.(5)
Film, Jîn’in bilmediğimiz bir nedenle, dağdaki silahlı bir örgütten bir gece yarısı kaçmasıyla başlar. Hem kaçtığı örgüt elemanlarından, hem de kolluk kuvvetlerinden gizlenerek, dağlarda, ormanlarda yapayalnız günler ve geceler geçirir. Ağaç tepelerinde, kaya oyuklarında uyur, ay ışığı yorganı olur ve yolları, yamaçları aşar. Kurtların ulumaları arasında geceler. Amacı bir büyük şehre, hayata, belki de hiç görüp bilmediği büyük dünyaların hayallerine ulaşmaktır.
Bir keresinde bir ağacın tepesindeyken aşağıdan geçen askerler mola verirler. Bir askerin dillendirdiği Neşet Ertaş türküsü, Jîn’in de ruhunu okşayacaktır. Gözlerini kapatır, yutkunur… Nede olsa hasretler ve acılar ortaktır.
“Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın, Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlumu sandın. Ömrümü boş yere çalan dünyada…”
Küçük ama dayanıklı vücudu, taze ama güçlü iradesiyle kendine doğanın ürkütücü karanlığı ve vahşiliğinde yer açmayı başarır Jîn. Çatışmaların ortasında kalır, üzerine açılan ateşlerden cesurca korunmayı bilir, korkar, üşür, karnını doyurur.
Jin’e en büyük gücü ve teselliyi, benzer tehditler altında beraber saf tuttuğu hayvanlar verir. Reha Erdem, filmde hayvanları Jîn’i kollayan ve onun acısını paylaşan rollere büründürüyor, hayvanları Jîn’in başından geçenlere şahit ediyor.
Bir kayanın ardına gizlenirken karşısına ansızın çıkan bir geyiğin saflık ve güven dolu bakışları, Jîn’in kalbini ansızın huzurla doldurur. Gene bir bombardımandan korunmak için bir ayıyla bir ini paylaşır. Savaş her canlı için kötüdür.
Jîn, ayıya “Korkma artık bitti!” der, ayıyla elmasını paylaşır ve gülümseyerek, “Hoşçakal yoldaş” der.
Bir geyikle dayanışır, yaralı bir eşeği tedavi eder, yumurtasını yediği bir vahşi kuşla anlaşır ve bir yumurtasını geri verir. Yine bir vaşak tarafından teselli edilir, bir yılan tarafından uyarılır, bir at tarafından korunmaya çalışılır…
Karşılaştığı bir çobandan, “silahlı bir gerilla” olduğu için itibar görür. Çobanın ekmeğini paylaşır, “helâl etmesini” ister. Aynı çoban kendisini sivil kıyafetle gördüğünde ona yakınlaşmaya ve dişiliğinden faydalanmaya çalışacaktır.
Jîn, yaşadığı kısa süreli bir çatışma sonrasında, kayalıklarda nefes nefese kalır. O, soluk soluğa nefes alıp verirken, bir kertenkelenin de aynı anda nefes alıp vermesi, Jîn’in dağdaki diğer hayvanlar gibi hayatta kalma savaşını göstermesi açısından müthiş bir metafordur.
Bir evden elde ettiği sivil giysilerle dağdan iner. Elbiselerini aldığı ev, hasta ve yaşlı bir nene ile torunu Leyla’nın kaldığı evdir. Karnını doyuracak azığı alan Jîn, hasta ninenin ilaçlarını vermeyi de ihmal etmez. Evin telefonundan annesini arayıp hasret giderir ve evden ayrılır.
“Hadi ben gidiyorum nene. Hakkını helal et…”
Gizlice girdiği evden kıyafet ve yiyecekle beraber bir de coğrafya kitabı çalan Jîn, sığındığı mağarasında kendi kendine hecelediği şu cümle, oldukça manidardır:
“Ne-re-de ya-şı-yo-rum.”
Nerede yaşadığına başkaları tarafından karar verilenlerdendir Jîn… Yaşadığı kimlik savaşı bürünmeye çalıştığı Leyla karakterinde görünürleşiyor olsa da, yaşadığı kimliksel dışlanmayı farklı bir kimlikle doldurma çabası başarısız olur. Daha 17’sinde Mersin’e gidecek parası çıkışmayan Jîn, otobüs firmasının yazıhanesinde çalışan erkeğin “paran yetişmediyse bakarız bir çaresine” taciziyle yüz yüze gelir.
Tarlada kadınların 25 erkeklerin 35 TL yevmiye aldığı işte Jîn, yol parasını bir an evvel denkleştirmek için erkeklerle taş çekmeyi yeğler. Jîn’i gözüne kestiren ve Jîn’in abi dediği işçilerin başındaki adam, çok geçmeden Jîn’e “sevdim seni” şeklinde yanaşır. “Kaç kardeşsin sen? En güzeli sen misin? a…k… teröristi! Dağdakilere veriyon da bize mi aslan kesiliyon!”[6]
Belki de bu yüzden, dağa geri döndükten sonra yaralı askerin arkasından “Adım Jîn” diye bağırırken gözlerinden ateşler saçıyor Jîn…
Reha Erdem’in ifadeleriyle “Jîn” karakteri “Kürt” olmaktan önce bir “kadın”… “Jîn”, “insan”dan öte “erkek” olgusunun yıkıcılığına yönelik bir film aynı zamanda.(7)
Ancak onun için indiği ova, dağdan daha tehlikeli, daha tehditkâr ve daha can yakıcı… Ne kadar uğraşsa ve çırpınsa da gittikçe daralan çemberden çıkıp hayalini kurduğu yere bir türlü varamıyor Jîn… Küçük narin vücudu gibi kalbi de ağır yaralar almaya devam ediyor.
Yakalandığı otobüsten bir dağ karakoluna götürüldüğünde, çatışmada yaralı yakalanan “terörist” yoldaşının kendisine “bitir işimi” demesi ve 17 yaşındaki Jîn’in göz yaşları içinde kendi arkadaşını öldürmek zorunda kalması içler acısıdır. Aksi halde “sağ kurtulan teröristin” ifadesi alınacak ve belki askerin işine yarayacaktır!
Dağ karakolunda askere Kürtçe tercümanlık yapan bir adamın Jîn’i sıkıştırması da ayrı bir vakadır. Bir askerin “ne bakıyon lan yürü be askerlerim ölüyo lan benim” serzenişinden anlaşılacağı üzere karakoldan salınan Jîn’in kıymeti, ancak askerin zaman kaybından ibarettir.
Filmdeki çatışma hali insanlığın kendini ve doğayı tahrip ve imha edici dürtülerine bir metafor teşkil eder. Jîn, film boyunca hayvanlarla paralel hareket ediyor. Bir sahnede bir kaplumbağa ile aynı hızla ve aynı istikamette yürüyor.
Jîn, büyük bir hayal kırıklığıyla koşa koşa dağlara ama bu sefer yalnızlığına geri dönüyor. Kısacası “deniyor ama olmuyor”. Tekrar silahına sarılıyor. Yaralı bir eşekle yolu kesişiyor. Eşeğin yarasını sardıktan sonra, boynundaki ipi de çıkarıp onu özgür bırakıyor.
Yine bombaların ve kurşunların altında, devrilen ağaçların, parçalanan hayvanların arasına sıkışıyor.(8) Patlamalar, bombalar ve mermi sesleriyle artık isyanı çaresizliğe dönüşüyor.
Dağ oyuğunda ağlarken bir vaşak tarafından teselli ediliyor.
Jîn, çatışmalardan sonra bulduğu ve gerillalardan kurtardığı yaralı bir askeri mağaraya götürür, tedavisini yapar, karnını doyurur. Yaralı askerin minnetiyle yoluna devam ederler.
Yaralı askerin “bir gün inşallah bir yerde karşılaşırız” dileği, belki de ileriye yönelik bir barış temennisidir…
“Filmi çekerken uykularımın kaçtığı, içimin karardığı da oldu…” diyor Reha Erdem. Kolay mı?
Kan donduran bir finalle sonlanıyor Jîn’in öyküsü… Askerler pusu kuruyor 17 yaşındaki Jin’e… Küçük bedeni bir ağacın tepesinden aşağı düşüveriyor.
Cansız bedeni etrafında en yakınları toplanıyor. Yemyeşil ağaçlar, bir vaşak, bir eşek, bir ayı ve bir geyik…
Jîn’in bu çıkışsız yolda, yaralı bedenini ve kalbini kucaklayacak, ağaçlar ve hayvanlardan başka kimsesi yoktur.(9)
“Kadın” ve “Kürt” kimlikleri arasına sıkışan Jîn, en açık haliyle savaşın, doğa ve insanlara verdiği tahribatı en güzel şekilde aktarıyor. Etnik kimliklere dokunmadan “insan” olmayı konu ediniyor kendine ve “insanlık” ile “yıkım” ı eşitliyor.
Bahsetmeden geçemeyeceğim; Jîn’i canlandıran oyuncu Deniz Hasgüler, mimikleri ve beden dili ile rolünü, nüanslar katarak olabilecek en etkili şekilde sergiliyor. İzleyeni baştan sonuna kadar kendisine sadık bırakıyor. Sakin ve dingin adımlarıyla filmi tek başına götürmeyi başarıyor. Deniz Hasgüler, çok az diyaloğu olmasına rağmen varlığıyla seyirciyi tek kelimeyle büyülüyor.
Jîn, büyüleyici güzelliği, düşselliği, şiirselliği, şefkati, masalsı görselliğin içinde yol alan karakterinin dünyasına yenilikçi yaklaşımı ile çok kapısı olan, özgür, içinde dolaşılacak, girilip çıkılacak bir yapım ve insanın “rüzgârlara karşı durma hali” ni anlatan bir tür “masal” niteliğinde…
Jîn… Canın acıya acıya gitmek, her bulma bir çöküş…
(1) Tedirginlik, Hildur Gudnadóttir’in müzikleriyle güçlendirilmektedir. (Ör: http://www.youtube.com/watch?v=zzaxVFc9oIs)
(2) Filmde, ormanın içinden bazı sahneler oluşturulurken, Alman Ressam Caspar David Friedrich’in bazı tabloları referans alınmıştır.
(3) Sinopsis kısmı, jin-film.com.tr/sinopsis.html
(4) Şapkayı kaldırdığımızda geriye “JIN” kalır ki o da “kadın” demektir.
(5) “Hayat Var” Volkan Durmaz, 10 Haziran 2013. http://magaradergisi.com/sanat/427-hayat-var
(6) Bu sahnede bir at, Jin’i uyarırcasına onu korumaya çalışıyor…
(7) Afrika Gazetesi, 3 Mart 2013, s: 6-7. http://www.afrikagazetesi.net/Pazar-Arsiv/AfrikaPazarSayi409.pdf
(8) Jin, bombalardan dolayı ölmüş bir eşek görür ve başında düşünceli şekilde patlamalara kulak verir.
(9) Hayvanlar, bu sahnede Jîn’i bir masal kahramanına dönüştürüyor.